Allah’a ve Kendimize Karşı Görevlerimiz
Allame Muhammed Hüseyin Tabatabai
İslâm dinî Allah tarafından insanların yaşamını düzene koymak ve toplumda uygulanmak, böylelikle insanlık gemisini cehalet girdabından ve bedbahtlıktan kurtuluş sahiline ulaştırmak üzere Peygamberlerin Hatemi’ne (s.a.a) nazil olan evrensel ve sonsuz bir programdır.
Din bir hayat programı olduğundan kaçınılmaz olarak hayatla irtibatlı her alanda insana bir vazife biçmiştir ve ondan vazifesini yerine getirmesini beklemektedir.
Genel olarak hayatımız üç alanla irtibatlıdır:
1) Bizi yaratan Allah’ın hakkı üzerimizdeki hakların hepsinden daha büyüktür. O’na karşı vazifemizi yerine getirmemiz ise her farzdan daha elzem bir farzdır.
2) Kendimiz.
3) Kaçınılmaz olarak birlikte yaşamak ve işlerimizi birlikte yapmak zorunda olduğumu hemcinslerimiz.
Buna göre bizim belli başlı üç vazifemiz vardır:
1) İnsanın Allah’a Karşı VazifesiAllah’a karşı vazifemiz bütün vazifelerin başında gelir. İnsan canıgönülden, halis bir niyetle vazifesini yerine getirmek için çabalamalıdır. Her insanın öncelikli vazifesi Allah’ı tanımaktır. Zira nasıl ki Allah’ın varlığı her varlığın varlık ve her türlü mahlûkun ortaya çıkış kaynağı ise, mukaddes varlığı hakkında marifet kesbetmek de gerçekleri gören herkesin gözünün nurudur. Bu vicdanî gerçeği görmezden gelmek her türlü cehaletin, basiretsizliğin ve vazifeşinassızlığın menşeidir. Allah’ı tanımayı önemsemeyen bir kimse neticede vicdan alevini söndürür ve gerçek saadete ulaşmaya bir yol bulamaz.
Allah’ı tanımaktan yüz çeviren, hayatlarında bu gerçeğe önem vermeyen insanların insanî maneviyattan tamamen uzaklaştıklarını görürüz; onlar otçul ve etçil hayvanların mantığından başka bir mantığa sahip değildirler. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme. İşte onların erişebilecekleri bilgi budur.”[1]
Elbette hatırlatmamız gerekir ki Allah’ı tanımak, gerçeği gören ve istidlal yetisine sahip bir insan için kaçınılmaz, elzemdir. Çünkü insan Allah vergisi şuuruyla mahlûkat âleminin hangi köşesine bakarsa baksın Allah’ın varlığını, ilmini ve kudretini müşahede edebilir. Dolayısıyla Allah’ı tanımaktan maksat insanın kendine göre bir Allah bilgisi oluşturması değildir; bilakis maksat, insanın hiçbir perdeyle perdelenemeyecek apaçık hakikati görmezlikten gelmemesi, her an kendisini Allah’a davet eden vicdanına olumlu cevap vermesi ve bu bilgiyi takip ederek gönlünü her türlü şüphe ve tereddütten arındırmasıdır.
Allah’a TapmakAllah’ı tanımanın ardından ikinci vazifemiz Allah’a tapmaktır. Zira Allah’ı tanıdıktan sonra hedefimiz olan saadete ulaşmanın yolunun amel etmek, Rahman olan Allah’ın bizler için hazırladığı ve elçileri aracılığıyla bizlere bildirdiği programı icraya koymak olduğu gerçeğini anlarız. Şu halde Allah’ın emrine itaat ve O’na kulluk emek her türlü vazifenin karşısında değersiz ve küçük kaldığı biricik vazifemizdir.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.”[2]
Yine şöyle buyurur: “Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”[3]
Buna göre muhtaç birer kul olduğumuzu bilmek, Allah’ın sonsuz azametini ve yüceliğini göz önünde bulundurmak, O’nun bizi her yönden kuşattığının farkında olarak O’nun emirlerine boyun eğmek bizim vazifemizdir. Bize düşen vazife, Allah’ın dışında bir varlığa tapmamak ve Allah’ın bizlere itaatlerini farz kıldığı Hz. Peygamber’den (s.a.a) ve Hidayet İmamları’ndan (a.s) başkasına itaat etmemektir.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin.”[4]
Elbette Allah’a ve din büyüklerine itaatin sonucunda Allah ile irtibatlı her şeye ihtiram göstermek; Allah’ın ve din büyüklerinin mübarek isimlerini edeple yâd etmek gerekir. Allah’ın Kitabı’na, Kâbe’ye, camilere ve din büyüklerinin türbelerine saygı göstermek için çaba göstermeliyiz.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: “Her kim de Allah’ın nişanelerini yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasındandır.”[5]
2- İnsanın Kendisine Karşı VazifesiHangi yöntemi izlerse izlesin, hangi yolu kat ederse etsin insan hayatı boyunca aslında saadete ulaşmaktan ve mutlu olmaktan başka bir şey istemez. İnsan kendisini tanımadan, karşılandığı surette kendisini saadete ulaştıracak gerçek ihtiyaçlarını bilemez. Dolayısıyla insanın en elzem vazifesi kendisini tanıması, bilmesidir. Kendisini tanırsa bu vesileyle saadeti ve mutluluğu idrak eder ve elinde mevcut olan imkânlarla ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Tek sermayesi olan değerli ömrünü bedavaya elden vermez.
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur:
“Kim kendini tanırsa Rabbini tanır.”
Müminlerin Emîri Ali (a.s) ise şöyle buyurur:
“Kendini tanıyan kimse marifetin en yüce mertebesine ulaşmıştır.”
İnsan kendini tanıdıktan sonra en büyük vazifesinin, içindeki insanlık cevherinin kıymetini bilmek olduğunun farkına varır. Bu parlak cevheri nefsanî isteklerle paramparça etmez; zahirini ve batınını temizleyerek ebedî tatlı bir hayata nail olmaya gayret eder.
Müminlerin Emîri şöyle buyurur:
“Kendine saygı duyan bir insanın nazarında nefsanî ve şehvanî istekler zelil olur.”
İnsan iki boyutlu bir varlıktır: Ruha ve bedene sahiptir. İnsan her iki boyutunun da sıhhatini ve istikametini muhafaza etmekle yükümlüdür. Nitekim mukaddes İslâm dininde her iki boyuta yönelik birtakım dakik ve kâfi emirler vardır.
Sağlık: Zarar Verici Şeylerden Kaçınmak:Mukaddes İslâm dini birtakım kurallar koyarak sağlığı korumayı emretmiştir. Örneğin kan içmeyi, murdar eti yemeyi, sarhoş edici içkiler içmeyi, haddinden fazla yemeyi, bedene zarar vermeyi yasaklamıştır. Bütün bu yasaklanan şeyleri saymak ve haklarından açıklama yapmak bu kitabın hacmine sığmaz.
Temizlik:Temizlik sağlığın en önemli ilkelerinden biridir. Bu yüzden mukaddes İslâm dininde temizliğe çok önem verilmiştir. İslâm’ın temizliğe verdiği önemi başka hiçbir dinde bulmak mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.a) “Temizlik imandandır.” buyurmuşlardır.
İslâm genel olarak temizliği emretmenin yanı sıra özel olarak da genel temizliği oluşturan hususlar üzerinde durmuştur. Örneğin el ve ayak tırnaklarını kesmek; saç tıraşı ve etek tıraşı olmak; yemekten önce ve sonra elleri yıkamak; saçları taramak; ağzı ve burnu temizlemek, günde birkaç kez dişleri fırçalamak; ev temizliği yapmak; yolları, ev önlerini ve ağaç diplerini temiz tutmak vb.
İslâm bu emirlerin yanı sıra daimî temizliği de beraberinde getiren bedeni ve elbiseleri necasetten arındırmak, günde birkaç kez abdest almak, gusletmek gibi birtakım ibadetleri emretmiştir.
Gargara ve Dişleri Fırçalamak:İnsanın yemek yeme organı olan ağzı yemeğin teması sonucunda kirlenir ve yemek artıkları dişetleri arasında, dilin yüzeyinde ve ağız boşluklarında kalarak ağzın kötü kokmasına sebep olur. Kimi zaman kimyasal reaksiyonlar sonucunda yemek artıkları oksitlenerek yemeğe karışır ve mideye iner. Ayrıca böyle bir kimse topluluk içerisinde teneffüs ettiğinde havanın kötü kokmasına sebep olur ve insanları rahatsız eder.
Bu yüzden mukaddes İslâm şeriatı Müslümanlara her gün (özellikle her abdestten önce) dişlerini fırçalamalarını, temiz suyla gargara yapmalarını ve böylece ağızlarını artıklardan arındırmalarını emretmiştir.
İstinşak:İnsan yaşamak için teneffüs etmek zorundadır. İnsanların yaşadıkları yerleşim bölgelerinde genellikle hava tozla, toprakla kirlenmiş durumdadır. Şüphesiz böyle bir havayı solumak insana zarar verir. Bu zararı önlemek için Allah, insanın burnunun içinde toz toprağın akciğerlere gitmesini önleyen kıllar var etmiştir. Ama buna rağmen toz burun içerisinde yoğunlaştığında bu kıllar görevlerini tam anlamıyla yerine getirmekten aciz kalırlar. Bu yüzden İslâm şeriatında Müslümanların günde birkaç kez abdestten önce istinşak yapmaları (içine su çekerek burunlarını temizlemelerini) emretmiştir.
[1]- Necm, 29-30.
[2]- İsra, 23.
[3]- Yasin, 60.
[4]- Nisa, 59.
[5]- Hac, 32.