Ayetullah Hamaneî’nin Dilinden Allâme Tabâtabâî
Ayetullah Seyyid Ali Hamaneî’nin Uluslararası Allâme Tabâtabâî Kongresi genel merkez üyeleriyle[1] tertiplenen toplantıda konuşmaları. (8 Kasım 2023)
بسم الله الرّحمن الرّحیم Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun, Efendimiz, Nebimiz Ebû’l Kâsım Muhammed’e ve onun pak, masum ve necip Ehl-i Beyt’ine salat ve selam olsun.
Sevgili bacılarım ve kardeşlerim hoş geldiniz. Böylesine harika bir iş çıkardığınız için sizlere gerçekten ve derinden teşekkürlerimi sunuyorum. Bu günlerde sizlerin de aklına gelen ve Allah’ın sizlere ilham ettiği yapılması gereken ve himmet gösterip yaptığınız en güzel şeylerden biri İslam tarihinin yüce ve ruhanî şahsiyeti olan bu büyük insanın anma gününün düzenlenmesidir.
Merhum Allâme Tabâtabâî, yüzyıllar boyunca ilim havzalarımızın nadir örneklerinden birisi olmuştur; dürüst olmak gerekirse, bu gerçekten ender görülen bir durumdur. Kısaca değinmem icap ederse onda öylesine güzel özellikler vardı ki; tüm bu hususiyetler insanlığın erdem ve faziletini gösteren özellikler olmuş ve yine tüm bu özellikler bu ulu şahsiyetin şekillenmesinde yer almış, bu faziletli insanı ortaya çıkarmıştır. Bendeniz bu istisnai hususiyetlerin birkaçını not aldım. Örneğin; ilim, dindarlık ve takva, ahlakî özellikler, zanaat ve hüner, dostluk ve arınmışlık, vefa ve daha nice özellikleri. Tüm bu hususiyetlerin bir arada bulunması o yüce insanın şahsiyetinin şekillenmesinde yer bulmuştur. Zira bu özellikler fazilet ve erdem sahibi bir insanın gerçek özellikleridir.
Bu muhterem insanın birkaç ilmî yönünü sizlerin huzurunuza sunmak istiyorum. Bunlardan ilki bu yüce insanın bilgi dağarcığının oldukça geniş olmasıdır; bir başka deyişle bilgi çeşitliliği açısından oldukça nadir bir insandı. Tarih boyunca Şeyh Tusî, Allâme Hillî ve onlar gibi bilimsel argümana sahip insanlarımız var olmuştur ancak zamanımızda bu oldukça ender görülen bir durumdur; yani onun dışında böylesine bilgi çeşitliliğine haiz başka birisini tanımıyorum. O bir fakih, usûlcü, filozof, irfan alanında güçlü bir teorisyen, derin bir matematik dehası, Kur’an ve Kur’anî ilimler müfessiri ki bu bağlamda hakikaten nadir bir şahsiyettir. Ayrıca şair, edebiyatçı ve birçok ilimde de maharet sahibidir. Yani Allâme Tabâtabâî’nin felsefî ve irfanî boyutunun yanında görebileceğimiz önemli hususlardan birisi de soybilimine olan hâkimiyetidir. Kendisinde Gâzî Tabâtabâî’nin ailesini tanıtan bir çizelgeye sahip. Şahsıma göre bu şecere şablonu insanların kullanımına sunulmuş baskıya girmiş en nadir sanat eserlerindendir. Necef’ten arkadaşı olan merhum babam -bunu bana bizzat kendisi anlattı- Tabâtabâî’ye bir mektup yazarak bizim şeceremizi Kum kentinde tanınmış bir şahıs olan filanca kişiden alıp bana gönder demişti. Merhum Tabâtabâî de cevap olarak; ben onun kadar ya da ondan daha fazlasını -tam olarak cümleyi anımsayamadım- biliyorum diyor ve soyağacımızı bize yazıp gönderiyor. Yani şu anda bizim elimizde olan soyağacı Allâme’nin eliyle hazırlanıp düzenlenmiştir. Kısacası insan bu şahsiyette çok büyük bir ilmî yelpazeyi müşahede etmektedir. Hani az önce sizlere matematik ve formül ilmine de sahip demiştim ya; Hüccetiye Medresesi’nin projesinin mimarı da bildiğiniz üzere kendisidir. O tam manasıyla aynı zamanda bir mimardı da. Bu ilmî yönü Allâme Tabâtabâî’nin çok özel bir insan olduğunu bizlere göstermektedir.
Diğer bir yönü ise ilim ve düşüncede derinliğe sahip oluşudur. Şu anda bizim bilgi sahibi olduğumuz ilimlerden çok daha fazla derinliğe sahipti. Öncelikle usûl ilminde kendi has bir ilkeye sahipti. Gerçi şahsen fıkıh alanında bir eserini görmedim ama fıkıh ilminin temelini oluşturan bir usûl teorisyeniydi. Yani Kifâye[2] kitabına düşmüş olduğu haşiye ve notlar bunu göstermektedir. Felsefede de yenilikçi bir filozoftu. Kendisi, felsefenin temelleri ve realizm metodu konulu yeni bir felsefî anlayışı ortaya koyuyor ve daha sonra Bidâye[3] ve Nihâye[4] adı altında iki eseri kaleme alıp yayınlıyor. Tefsirde de bana göre harika bir müfessirdir; yani birisi el-Mizân tefsirine bakarsa bu kitabın kelimenin tam anlamıyla ne kadar harika bir tefsir olduğunu anlayabilir; dolu bir içerik, çeşitlilik ve konuların derinliği açısından ki daha sonra bundan sizlere bahsedeceğim. Bu da onun ilminin ve düşüncesinin ne denli derin olduğunu gösterir.
Bu büyük zatın diğer bir ilmî yönü de talebe yetiştirmedeki maharetidir. Merhum Tabâtabâî’nin öğrenci yetiştirme yönü oldukça şaşırtıcıdır. Bu her âlimin olmazsa olmaz hünerlerindendir. Ulema arasında çok fazla öğrenci yetiştirmiş âlimlerimiz vardır ve Merhum Tabâtabâî de onlardan birisidir. İran’ın son dönem felsefecileri arasında sayılan -o zamanlar Tahran İran’ın felsefî akımının merkeziydi- Tahran’da bulunan hikmet ve irfan sahibi âlimler Merhum Mollâ Abdullah Zenûzî ve oğlu Ali Hekim Bey döneminde, Merhum Ebû’l-Hasan Mirzâ Cilveh, Mirzâ Esedullah Gûmşeî ve diğer bölgelerde bulunan Sebzevâr’da Merhum Hacı Sebzevârî, bir iki kişi Kum şehrinde bir kısmı İsfahan’da ve birkaçı da Meşhed’de. Bunların her biri felsefede söz sahibi âlimlerdi ama hiçbirisi Merhum Allâme Tabâtabâî kadar unvan yapmış öğrenciler yetiştirmemiştir. Evet, elbette Hacı Sebzevârî’den ders alıp yetişmiş birçok öğrenci vardır. Merhum Ahund-i Horasânî de onlardan biriydi ancak Ahund-i Horasânî filozof değildi. O kadrince felsefe eğitimi almış bir fakihti. Şehit Mutahharî, Şehit Behiştî, Merhum Misbâh Yezdî ve günümüzde bulunan diğer büyük filozoflar gibi bu kadar çok sayıda filozofun Tabâtabâî’nin derslerinden yetişmiş olmaları bir başkasında görülmemiştir yani ben başkasında bunu müşahede etmedim. Tahran’da bizim zamanımızın filozoflarından Merhum Âmirzâ Ahmed-i Aştiyânî hatta ondan önce Merhum Âmirzâ Mehdi Aştiyânî ya Merhum Amulî Bey[5] (ra) gibi filozoflar da vardı. Onlar da mahir felsefecilerdi ancak öğrenci yetiştirmede Tabâtabâî kadar etkili olmadılar. Tabâtabâî felsefeye hayat verdi ve hakikaten de kıvamında filozoflar yetiştirdi.
Şurası da çok ilginçtir; onun yetiştirdiği öğrencilerinin geneli İslam İnkılabı’nın oluşumunda önemli roller aldılar. Uzmanlar Meclisi’nde[6] temel yasaları yazanların arasında çoğu Merhum Allâme’nin talebeleriydi. Hem Uzmanlar Meclisi/Meclis-i Hubregân-i Rehberî’de bulunanlar arasında hem de önceki mecliste kanun koyucular arasında Şehit Mutahharî bulunmaktaydı ve bunlar Merhum Tabâtabâî’nin öğrencileriydi. İslam Devrimi şehitlerinin bir kısmı da yine Tabâtabâî’nin öğrencilerindendi. Şehit Mutahharî onun öğrencisi, Şehit Behiştî onun öğrencisi, Şehit Kuddûsî onun öğrencisi, Şehit Şeyh Ali Haydar Nehâvendî onun öğrencisi ve daha nice bunlara benzer şehitler Allâme Tabâtabâî’nin öğrencileriydiler (Allah ondan razı olsun). Ve bazı talebeleri de hamdolsun henüz hayattalar ve birçok faydalar sunmaktadırlar.
Onun ilim meselesine ilişkin bir diğer özelliği de yaşadığı dönemde eserlerinin yayımlanmış olması ve bu eserlerin bereketini hayattayken görmesidir. Hatta Merhum Tabâtabâî kaleme aldığı el-Mizân tefsirinin öne çıktığı kadar kendisi öne çıkmamıştır. Diğer hikmetlerle dolu kitapları da öyle. Yani eserleri kendisinden daha fazla konuşulmuştur. Mesela el-Mizân, Felsefe Temelleri, Bidâye, Nihâye, İslam’da Şia, İslam’da Kur’an, Tevhit Risalesi ve diğer eserleri henüz o hayatta iken yayınlandı. Bu nedenle, arz ettiğimiz gibi Merhum Allâme’nin kendisine has bir özelliği vardı.
Dindarlığı, takvası, ibadeti ve Ehl-i Beyt’e olan mahabbeti hakkında birçok anlatılanlar vardı; hepimiz bunları işittik ve tekrar etmek istemiyorum. Bu konuda ve bu alanda hakikaten harika birisiydi. Takva ehli bir şahsiyetti. Ancak Tabâtabâî’nin iki önemli özelliği her şeyden çok ön plana çıkmakta ve benim de dikkatimi celp etmektedir. Onlardan biri, yabancı fikir ve akımların istilasının tam ortasında, kelimenin tam anlamıyla işgalin ortasında gerçekleştirdiği eşsiz düşünce cihadı belki de en önemli özelliklerindendi. Aslında bunu o zamanda yaşamayan kimse tam olarak idrak edemez. O günlerde ülkenin gençleri ve düşünce yapısı farklı bir hal almıştı. Kelimenin tam manasıyla beyinler yabancı fikirlerin istilası altındaydı. Hem dışarıdan gelen Marksizm düşünce, hem de şüphe ve kuşku alıp başını gitmişti. Bunlar bir ideolojiyi haklı çıkarmak için ortaya atılan basit şüpheler de değildi. Şüphe yaratıyorlardı. Bunun en bariz örneği Şehit Ayetullah Mutahharî olmuş ve o dönemde tüm bu şüphelere karşı göğüs germişti. O günlerde birçok kitabı da bu şüpheleri ortadan kaldırmak için kaleme alınmıştı. Bu kargaşanın içinde Merhum Tabâtabâî bu düşüncelere savaş açabilecek güçlü bir düşünce ekibi oluşturdu. Yani onun düşüncesiyle tanışanlar Marksizm’e karşı direnmiyor Marksizm’e ve benzer düşüncelere karşı atağa geçen savaşçı bir düşünceye sahip oluyordu. Örneğini de Murtaza Mutahharî’nin kitaplarında görebilirsiniz. Bu düşünce ekibini rahmetli Allâme’nin kendisi kurdu. Hem felsefî ilkelerle hem de yaptığı tefsirlerle bunu başardı. Tefsiri, siyasî ve içtimaî alanda bilgi açısından tam bir okyanustu. Tefsiri, ilâhî maarifin yanı sıra düşünce ve hikmet yönüyle de mükemmel bir tefsirdi. Bu alanda böylesi bir kitabın eşi benzeri yoktur. el-Mizân kitabı siyasî ve içtimaî konularla dolu ve o dönemlerde bu tarz konular gündeme dahi gelmiyordu. İnsanlar bugün bu konulara baktıklarında da bunların günümüzün sorunları olduğunu rahatlıkla görebiliyor. İşte tüm bunlar insanların hizmetine sunuldu. Tüm bu girişken düşünce kuruluşunu Merhum Tabâtabâî ortaya koydu. Bence bu sistemi biz Allâme’den öğrenmeliyiz; basit savunmadan ziyade girişken ve boşlukları dolduran bir düşünce merkezi oluşturmak. Bu özellik benim için çok ilgi çekici bir hususiyet olmuştur.
Bana göre onu öne çıkaran ikinci önemli özelliği ise, düşünce ve fikirlerinde ulaştığı tevhit öğretilerine ve arşa yükselen kavramlara yalnızca ruhu ve kalbiyle değil bildiklerine de amel etmiş olmasıdır. Merhum Tabâtabâî kelimenin tam anlamıyla şu ayet-i kerimenin tezahürüdür: “…Tüm güzel sözler O’na yükselir ve iyi işler de onu yüceltir…”[7] Buradaki “güzel sözler” cümlesi onun vücudundan gerçekten tahakkuk buluyordu. Bu ahlakî özellik onun ayrılmaz bir parçasıydı. Oldukça mütevazı, heva ve hevesine uymama onda ortaya çıkıyordu. Onun bu tevazusu mana ve ilmi kendi nefsinde idrak etmesinden kaynaklıydı. Kendi kendini yetiştirmiş, kendisini insanî ve ilmî mertebeden çıkarıp daha da yükseklere götürmüştü. Bu yüzden halkın arasındaydı ama Allah ile beraberdi. Gerçekten de insan onunla karşılaştığı zaman sahip olduğu tüm bu yüceliğe rağmen sanki karşısında alelade bir kimse varmış gibi hissediyordu. Zerre kibir yoktu, nahif ve kibardı, herkese çok nazik davranırdı. Hatta kedisine karşı saldırgan davrananlara, hasımca yaklaşanlara karşı da nezaketliydi, onları hoşgörüyle karşılar ve onları affederdi. O kadar mütevazıydı ki bazen insan şaşıp kalırdı. Sizlere bir hatıramı anlatmak istiyorum; Merhum Allâme-yi Semnânî[8] (ra) Semnân şehrinde yaşayan çok yaşlı, tanınmış bir âlimdi. Kendileri Kum kentine gelmişler ve âlimler de onu ziyarete gitmişlerdi. Evine git-geller çok fazlaydı. Odamda oturmuştum ki Allâme Tabâtabâî’yi çok seven bir arkadaşım heyecanla odama girdi ve “güzel ahlak ve vefada kimse bizim sevgilimize erişemez”[9] dedi. Dedim ‘hayırdır, konu ne?’ dedi ki; Allâme-yi Simnânî’nin evindeydik. İmam Humeynî ve Tabâtabâî de oradaydı ve başka kimseler de vardı. Allâme-yi Semnânî İmam Humeynî’ye dönerek; ‘şu yazmış olduğun el-Mizânı gördük, çok iyiydi, çok başarılıydı. Gerçekten de haz duyduk bu eserden’ diyerek İmam’ın Tabâtabâî olduğunu sanarak el-Mizân tefsirini övmeye başladı. İmam Humeynî de bu durumda eli ayağı birbirine dolaşacak bir şahsiyet değildi. Sessizce oturup dinledi. Tabâtabâî diğer tarafta oturuyordu, Allâme-yi Semnânî’ye dönerek; ‘Tabâtabâî bendenizim efendim. O Humeynî Bey benim de üstadımdır.’ dedi. Allâme-yi Semnânî de ona “güzel ahlak ve vefada kimse bizim sevgilimize erişemez” dedi. Yani onun bu özelliğinden çok etkilenmişti.
Merhum Tabâtabâî bütün bu manevî, ilmî ve karakteristik hususiyetleriyle ve hemen hemen herkesin kendisi hakkında bildiği bu özellikleriyle, kişiliği ve dostluğu itibarıyla hoş bir insandı; onunla yapılan toplantılar tatlıydı, dili şirindi, güzel konuşuyordu, güzel yorumluyordu. Dostlarla bir araya gelindiğinde derslerde ve tartışmalarda olduğundan daha farklı bir yanı ortaya çıkıyordu. Sıcak, tatlı dilli ve hoş sohbet birisiydi. Bir olayı anlattığında rengârenk ayrıntılarla dolu bir anlatım ortaya çıkıyordu. İşte o böylesine güzel bir şahsiyetti. Geniş, kapsamlı, heyecan verici, edebiyat ehli ve yüce bir insanın sahip olduğu tüm özellikler onda mevcuttu.
Bana göre anlatmış olduğum bu iki özellik; biri eksikleri tamamlama ve diğeri onda tahakkuk bulan ve her insanın bilmesi gereken şeylerdi “ve ariflerin kalpleri Senden korkmakta”[10] ki burada ariflerin korkusu farklı bir anlamdadır, bence bu yolu takip etmeliyiz. Hepimiz bu iki özelliğin peşinde olmalıyız. Yani bu yolda hareket eden herkes bu iki özelliğin peşinde olmalıdır.
Cenâb-ı Hakkın onun derecelerini yüceltmesini ve bizi de ona minnettar kılmayı nasip etmesini ümit ederiz. Hamdolsun ilâhî bereket de onun hakkında bu şekildedir. Bugün Allâme Tabâtabâî kendi zamanından daha fazla tanınmaktadır. Hayatta iken belki de şu anın onda biri kadar tanınmamıştı. Ancak bugün hem bu topraklarda, hem dünyada ve hem de ilmî alanlarda fazlasıyla tanınmaktadır. Ve bundan da daha fazla tanınacaktır inşaallah.
Vesselamu aleykûm ve rahmetullah-i ve beraketuhu
[1] Bu toplantının başında Hüccetû’l-İslâm ve’l-Müslimîn Gulamrıza Feyyazî (Yüksek İslam Hikmeti Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı ve Kongre Başkanı), Hüccetû’l-İslâm ve’l-Müslimîn Hamid Parsâniâ (Üye) Yüksek İslam Hikmeti Konseyi Yönetim Kurulu Üyesi ve Kongre Bilimsel Sekreteri) Sayın Muhammed Bâkır Horasânî (Yüksek İslam Hikmeti Konseyi İcra Direktörü ve Kongre Yürütme Sekreteri) raporlarını sundu.
[2] Hâşiyetû’l-Kifâye
[3] Bidâyetû’l-Hikme
[4] Nihâyetû’l-Hikme
[5] Ayetullah Muhammed Takî Amûlî
[6] Meclis-i Hubregân-i Rehberî
[7] Fatır / 10
[8] Ayetullah Muhammed Sâlih Hâirî Mâzenderânî (Allâme-yi Semnânî olarak bilinir)
[9] Hâfız Şîrâzî'nin divanından bir gazel; "به حُسن خُلق و وفا کس به یار ما نرسد / تو را در این سخن انکارِ کارِ ما نرسد"
[10] Kâmilû'z-Ziyârât, s.40, Eminullah duasından alıntı