Hüseyin'in (a.s) Yakarışı | Arefe Duasının Şerhi
Allâme Muhammed Taki Caferî
Arefe gününün son saatleridir. Yeryüzünün Arafat Sahrası adlı noktası, milyarlarca galaksinin ve sayısız yıldızların karşısında genişlemektedir. Güneş, son ışıklarını Arafat sahrasının dağlarına ve tepelerine saçmaktadır. Böylesi bir ortamda çeşitli sesler ve iniltiler, Süreyya'yı, yer kürenin ve uzayın her köşesini çınlatmaktadır. Tabiat albümü, çarpan kalpleri ve semaya yönelen elleri, resmetmektedir.
Bazıları, yüzünü topraktan kaldırıyor yüzlerinde can okyanusunun incileriyle.
Bazıları yere diz çöküyor, kalplerinde rububiyet kı-vılcımları, dudaklarında "Ey Allah'ım!"
Kimisi, toprağa bulanmış elbiseleri, karışmış saçları ve dalmış gözleriyle… Ama gözlerinde rabbanî kıvılcımlar olduğu hâlde…
Arafat sahrası, sonsuzluğa çevrilmiş bir rasathane gibi, dua edip yakaranlar sanki her biri ellerinde muhtelif dürbünler o eşsiz sonsuzluğu seyre koyulmuşlar.
Bu melekûtî sahranın diğer bir noktasında, dağın eteklerinde bir kişi yakarışa başlamış, eller semaya yönelmiş, bazen dudaklarında bir tebessüm, bazen gözlerinde gözyaşı damlacıkları…
Tüm dünyayı bir yana koymuş, yahut başka bir ifadeyle, tüm varlık âlemini gözünün ve gönlünün önünde bir bütün olarak yaymış, aşağıların nihayetsizliğini, yük-seklerin sonsuzluğunu pak kalbin vasıtasıyla temasa ge-çirmiştir.
Bu yakaran kişi kimdir?
Bu şahıs, beka yolcusu yakarışı ile insanı Allah'la tanıştırıp, bu ikisinin birbirine olan yakınlığını göstermek isteyen Hüseyin bin Ali'dir (a.s).
O, bu yakarışı ile insanın Allah'la olan ilişkisini yoruma mahal bırakmayacak şekilde açıklamaktadır.
Evet, bu dua edip yakaran, Hüseyin bin Ali'dir (a.s).
O, şöyle dua edip yakarıyor:
İlâhi! Ben zenginliğimde fakirim (sana muhtacım); o hâlde fakirliğimde nasıl fa-kir (muhtaç) olmayayım?
Allah'ım, insanlığın şahsiyeti ve bizim varlığımız, kendi başına ve bağımsız gibi gözükse de netice itibariyle onun temelini bu tabiat dünyası oluşturmaktadır. Bü-tün varlığımız, bir çok etkene bağlıdır ki o etkenlerin büyük bir çoğunluğu bizim elimizde değil. Ayrıca daha hesaplayamadığımız nice etkenler vardır ki her biri varlığımızın noksanlığını ispatlayan bir kanıttır.
Rabbimiz! o ruhî bağımsızlığı bize bahşet ki kendinden habersizlerin hilesine kanmayalım.
Bu habersizler, bize bu dünyada destekçi aramadan yaşamamız gerektiği yönünde öğüt vermektedirler. Onlar şunu anlasa ne kadar güzel olurdu: Destekçiye ihtiyacımız olmadığını kendimize ne kadar telkin edersek edelim, tabiatın ilke ve kurallarının elimizi ayağımızı bağlayan zincirlerini asla bir tarafa bırakamayacağız.
Bu kıt düşünceliler, bir an kendilerine gelebilse; insanî şahsiyetleri, onların hayvanî içgüdülerinin isya-nını ve tuğyanını biraz olsun azaltabilse, Allah diyenlerin ve Allah'ı arayanların amaçlarının ve hedeflerinin kendilerini, kör, sağır ve felçli hâle getirip sonra da, "Allah'ım, bana göz, kulak ve sağlam organlar ver." demek olmadığını anlayabilecekler.
Bedenine düşkün olmak ve yaşama gücünü artırma yolunda çaba göstermemek, Allah'la savaşmak değil midir? Allah'la savaş hâlinde olan kişi, kendini nasıl yalvarıp yakarma hâlinde görebilir ki? Biz O'nun yüce makamına şöyle sesleniyoruz: Ey bize hayatta çaba gösterme gücü bahşeden yüce Allah'ım! Bu gücü takviye etmeye çalışmamız konusunda bize yardım et. Bu geçici hayatta ideallerimizi senin yüce makamınla ilintilendi-rip kullukla filizlendirelim.
Eğer bu yakarış, bizim ruhumuzun derinliklerinden kaynaklanıyorsa hedefimize ulaştık demektir. Yani o oranda yaşama gücümüzü arttırmış, hayat ideallerimizi filizlendirmiş oluruz.
Her an tüm zerrelerimizle hissettiğimiz muhtaçlığı-mızın anlamı da işte budur.
Allah'ım, sana yöneliyoruz ve her an muhtaçlığımızı seninle irtibat kurarak ihtiyaçsızlığa dönüştürüyoruz.
İlâhi! Ben bilgimde cahilim, o hâlde ca-hilliğimde nasıl cahil olmayayım?
Allah'ım! Biz bilmek istiyoruz; ama bilgimizin sınırlı oluşu, ilmimizi mutlak olmaktan uzak kılıyor. Bu yüzden biz mutlak gerçekle asla temas hâlinde olamıyoruz. Biz insanlar çok çabuk kanıyoruz ve inanıyoruz. Bu yüzden de oluşumunda rol oynadığımız karanlıkla karışık aydınlığı mutlak nur sanıyoruz. Bundan da öte, başkalarına da bu mutlak(!) aydınlıkta görmeleri için tavsiyelerde bulunuyoruz.
Dünyadaki tüm gerçekleri öğrendiğimizi farz etsek bile insanlığın ve varlık dünyasının geçmişine ve geleceğine ait sistemin tüm ayrıntılarını ve özelliklerini bilebilir miyiz? Bizler, Allah'ın cari olan meşiyetinin hakikatini bilebilir miyiz? Elbette hayır, kesinlikle bilemeyiz. Biz, varlık dünyasının tüm gerçeklerini bilemediğimiz gibi, bir zerrenin kaderini bile kesin olarak tayin edemeyiz. Zira bu güce ulaşabilirsek, tüm dünyayı tanırız. Evet, bu acı bir itiraftır; ama ne çare ki gerçektir.
Bilgisizliğimizi itiraf ettiğimizde, bir damladan ibaret olan bilgimizi nefsanî kirlerden uzaklaştırırsak, "Ey Allah'ım, senin ilim ummanına ulaştığımızı anlayabiliriz."
Ey Allah'ım, bizim her zamanki terennümümüz şudur:
Katından bahşettiğin ilim damlasını
Ulaştır kendi ilim denizlerine.
Ey Allah'ım, tedbirinin çeşitliliği ve se-nin her şeye gâlip olan meşiyetinle değişen yazgıların sürati, marifet ehli kulları-nı mevcut nimetlere sevinmekten ve zor-luklarda umutsuzluktan kurtarmaktadır.
Ey aziz olan Allah'ım, biz şunu anladık ki:
Her nefes yenilenir dünya ve biz
Beka içinde yenilenmekten habersizce
Ömür, tıpkı bir ırmak gibi her an akmakta,
İnsan cesedine süreklilik katmakta.
Biz kavradık ki:
Dünya bir bütündür, her göz açıp kapayışta
Zamanlar adem olur ve her şey yok olmakta
Dünya yeni baştan kurulur
Her lahzada bir yer ve gökler.
Yine bizim için açıkça ortaya çıkmıştır ki insan ile dünya ve insan ile insan ilişkisinin çeşitliliği ve hızlı değişimi, mevcut durumun bekasına duyulacak güvenle u-yuşmaz. Hesaplanmamış etkenler, bize doğru öylesine dolup taşarak akmakta ki adeta her an yeni bir yazgı beklemekteyiz. Bu durumda yine seni hatırlarız ve kendi varlığımızı kainat içerisinde kavrarız. Binaenaleyh, senin bize öğrettiğin şu hakikati terennüm ederiz:
"Yapacağın işi Allah'ın meşiyetiyle irtibatlı kılmadıkça, asla yarın falanca işi yapacağım deme." (Kehf, 23)
Ey Allah'ım! Benim bu dünyada yapıp ettiklerim aklımla ve gücümle orantılıdır. Senin ortaya koydukların ise senin azametinin göstergesidir.
Her varlığın yapıp ortaya koyduğu şey, bütünüyle onun varlığının keyfiyetine bağlıdır. İnsan kendini her ne kadar kâmil, bağımsız ve ihtiyaçsız gösterse de aynı oranda tüm varlığını kaplayan eksikliğin ve muhtaçlığın belirtileri kendini aldatamayacak ölçüde âşikardır.
Ey ihtiyaçsız olan Allah'ım! ben kendimi sana borç-luyum, kendimi ben yaratmadım. Varlık dünyasına da hâkim değilim. Zorunlu olarak geldim ve zorunlu olarak da gideceğim. Sınırlı gücüm, sınırsız faaliyetlere izin vermiyor. Varlığımın ışığı, yok edici korkunç fırtınalar karşısında ancak zayıf bir kandil ışığının korkunç çöl fırtınalarına karşı direnebileceği kadar direnebilir.
Ey Rabbim! zayıf vücudum varlık dün-yasında görünmeden önce sen kendini lütuf ve muhabbetle vasıflandırmışken za-yıf ve naçiz vücudumu yarattıktan sonra, lütfünü ve muhabbetini benden esirgeyecek misin?
Kendini kaybedersen kim arar seni?
Resim ile ressam nasıl boy ölçüşür ki?
Bakma bize öyle, görme hâlimizi,
Kendi ikram ve cömertliğine bak!
Biz yoktuk ve isteklerimiz de,
Senin lütfün söylenmeyeni duyar.
Ey aziz Rabbimiz, yokluk karanlığında varlık ışığı yakmadan, maddeyi yaratıp ona hareket vermeden önce bizim ruhî istek ve güdülerimizi biliyordun. Nefes almak için havanın gerekliliğini, üreme ve çoğalmanın başlangıcında zevk hissinin olduğunu biliyordun sen. Evet:
Maşuk yaratan kainatın yaratıcısı
Aşığın yazgısını evvelden gördü.
Artık bizim için "niçin" ve "neden" sorularına yer kalmamıştır.
Çalışıp çabalamalıyız; zira tekamülün doruklarına yükselme ihtiyacını bizim içimize sen koymuşsun. Bizim kendi maddî ve ruhî isteklerimize teslim oluşumuz muhakkak en yüce ve asil hayat güçlerine ulaşmamızı akabinde getirecektir.
Sevgilinin eşiğine baş koyabilirsen eğer
Onurluluk haykırışı göğe kadar ulaşır.
Ey Allah'ım benden iyilikler sadır oluyorsa senin fazlın ve ihsanın sayesinden-dir, bu senin lütfündür. Eğer benden kötülükler sadır oluyorsa, adaletinden ka-çılmaz, Sen, bizi sorgulama hakkına sahipsin.
Nefsî güdüleri, vicdânı ve akletmeyi bizde sen var ettin, aynı zamanda bunların dengelenmesini ve uyumlu hâle getirilmesini bizden istedin.
Eğer hayat faaliyetlerinde çeşitli içsel araçlardan mantıklı bir şekilde yararlanıyor ve iyi işler yapıyorsak, bu senin yol göstericiliğin sayesindedir. Yine tabiat ötesinden insanlara gönderdiğin önderler gibi haricî vesilelerle varlığın azametini gösterip bizi kendine yönelmeye teşvik etmektesin. Bundan dolayı bizim iyi davranışlar sergilememizde en büyük pay sahibisin. Fakat eğer biz kötülüğe temayül edersek, bize akıl ve vicdan bahşettiğin ve emirlerini bize ulaştırdığın için tüm bu kötülükler bize aittir. Bu kötülükler ve çirkinlikler, senin adaletinle hesaba çekilecektir. O hâlde ey Allah'ım! Lütfünü, bu naçiz ve bir avuç topraktan yaratılandan kesme ve onu nefsanî tuzaklardan kurtar.
Ey Allah'ım! Beni nasıl yalnız ve tek başıma bırakıyorsun, hâlbuki kefaletimi sen üstlenmişsin. Zulüm görmem nasıl mümkün olabilir, sen benim yardımcımsın. Nasıl ümitsizliğe düşerim? Sen benim şefkatli Allah'ımsın.
Bizim varlığımızı korumak için yürürlükteki kanunlar, senin kudret elindedir. İçimizdeki aksiyonları ve reaksiyonları uyumlu hâle getiren güç, senin kudret elindedir. Melekûtî vicdan alevleri, senin rabbanî nefhala-rınla parıldamaktadır. Ey Allah'ım, tüm varlık dünyası, bize "hazır ol" diye feryat ediyor. O hâlde nasıl kendi hâlimize bırakılmışız diyebiliriz.?
Hayatımızın zorunlulukları, tabiatın doğal, ve baş-kalarının yapay olaylarının büyülü ormanından çıkıyor. Hatta biz, hayatımızı, yüzlerce ölüm etkeni arasından çekip çıkarıyoruz. Çoğunlukla hesapta olmayan veya tü- müyle elimizde olmayan ama kendi varlığımızdan daha güçlü bunca etkenlerle savaşan ve ona galip gelen acaba bizler miyiz?
Hayır, biz böylesi bir güce sahip değiliz. O hâlde her an bizim üstümüzde olan, senin kudret elindir. Birkaç günlük bu toprak kafesi, bu yıkıcı etkenler karşısında bir yuva şeklinde koruyan senin kudret elindir. Senin şefkat dergahın, her an bizi gözetmektedir. Bundan dolayı da bize herhangi bir zulüm gelmeyecektir.
Bizim hilkatimizde senin açından hiçbir ihtiyaç ve meçhullük söz konusu değildi. O hâlde senden bize yönelik herhangi bir zulüm, imkânsızdır.
Senin gibi şefkatli bir tanrının şefkat eli başımızda durdukça nasıl meyus olalım?
Senin lütfünün ve inayetinin enginliği, bizim davranışlarımızın karşılığı ve mükafatı değildir. Sen Allah'sın, senin ilâhî muhabbetin bizim tekamülümüzden başka bir şeye dönük değildir?
Benden sâdır olan her itaatsizlik ve isyan, senin yüce rububiyet makamına karşı bir cüret olmayacaktır. Anlaşmayı bozmalar ve başkaldırmalar, kendimizde sana karşı çıkma gücü gördüğümüzden değildir. Hayır, ben tüm aykırılıklarımın bilincindeyim. Ben, tabiî özür dileme olan bu mahcubiyetimi, dergahına yakınlaşmanın son vesilesi olarak takdim ediyorum.
Ey Rabbim, senden başka hangi büyüklük ve güç etkeni var ki karşısında kendimi kaybedeyim? Hayır, böylesi bir etken asla olmamıştır. Bu yüzden asla ümitlerimi kaybetmeyeceğim.
Muhtaçlığım sana yönelik olduğu için tevessül elimi sana uzatıyorum. Hangi ve-sileyle sana el uzatayım ki sana ulaşma gücüne sahip olsun?
Allah'ım! iyi bakınca görülür ki sebeplerin sebepliği hep sendendir. Tabiat dünyası tüm etkinliklerini ve özelliklerini senden alır. Onların bağımsızlığı yoktur, onların varlığı tümüyle senin yaratıcılığına bağlıdır.
Eğer onlar insan iseler:
Boğulmakla boğuşan birinden kurtuluş istenilmez
Çünkü dünya ehlinin hepsi birbirinden acizdir.
Eğer tabiî varlıklarsa: Tabiat dünyasının hiçbir noktası, kendi başına kaim değildir. Hareketlerini ve niteliklerini senden alırlar. Öyleyse:
Suyu boşalıp kurumuş bir buluttan
Su verme niteliği ortadan kalkmıştır.
Zatı, varlıktan varlık bulmayan
Nasıl varlık bahşedici olabilir ki?
O hâlde nihaî ihtiyaçların yönü sen olduğun için kalbim de sana yöneliyor.
Acaba hâlimi sana şikayet edeyim mi? Hâlbuki hâlim senden gizli değildir.
Ben evliyadan bazılarını tanırım
Ki duaya kapalıdır ağızları.
Allah'ım! Tabiat dünyasının coşkun sükununu gö-rünce, galaksilerin ve gezegenlerin baş döndürücü bir büyüklük ve süratle ama aynı zamanda şaşırtıcı bir sessizlikle hareket hâlinde olduklarını fark edince,
Çiçeklerin zarif yapraklarının dağın eteklerini kapladığını ve birkaç günlük güzelliğini yerin ve göğün her tarafında gösterdiğini, bahar rüzgarlarının okşayışı sırasında bile onlardan herhangi bir sesin çıkmamasını ve sessizliğini idrak edince, tabiatın bir parçası olmak ve gönlümdeki sırları sana söylemek istiyorum.
Senin kainatı ihata eden ilmini içimde hissediyorum ve içimden geçenleri dillendirmeği bir çeşit küstahlık görüyorum.
Cemalinin ve celalinin aydınlığı, beni o kadar hayran ediyor ki dilim ve dudaklarım hatırımdan çıkıyor, kendimi bile unutuyorum. Bu anlarda kendimi senin e-zelî ve sonsuz ahenginin esiri olarak görüyorum.
Fakat bu engin tabiatın, tüm işaret ve haykırış ayetleriyle senin diyarına hareket edişinde gösterdiği şaşırtıcı sükutla, beni de bu zayıf sesimle o nur kervanının çıngırak sesine katılmaya zorluyor. İşte bu hâl içerisinde ansızın konuştuğumu anlıyorum.
Söylüyorum, söylüyorum; ama bu sırada ağzımdan çıkan kelimeleri yok etmek isteyen bir iç direniş hissediyorum kendimde. Zira bu zayıf kalıpla, yani bizim tarafımızdan yapılan bu naçiz lafızlar, içimde tekrarsız dalgalanan ve hareket hâlinde olan o hakikatleri, öylesine bastırıyor ve altüst ediyor ki bir kez daha sükut sığınağına sığınıyorum. O zaman anlıyorum ki lafızların sınırlı kalıbını bir kenara bırakmış, nurdan bir denize açılmışım.
Ah ey yüce Allah'ım!:
Yollar düzdür ve altında tuzaklar
İsimler arasında mâna kıtlığı.
Lafızlar ve isimler tıpkı tuzaklar gibidir
Tatlı söz, ömrümüzün suyunun kumudur.
Sözlerimi nasıl açıklayayım? Bu sözler de sendendir, yine sana dönmektedir.
Seninle konuşmak istiyorum, sana yalvarıp yakarmak istiyorum; ama yalvarıp yakarma, açıklama gücüm de sendendir. Bu hakikati anlamak, bir kez daha beni sükuta sürüklüyor. Artık söyleyecek söz kalmamış ki söyleyeyim.Sadece senin bize öğrettiğin bir tek o cümle ıstırabımı dindirebiliyor.
"La havle ve la kuvvete illa billah."