Birinci soru: Ehl-i Sünnet abdestte ayağını yıkıyor ve ayağı yıkamanın farz olduğunu söylüyor ve kesinlikle bu farzdır. Şia ayağını mesh ederek niçin farzı terk ediyor? Farzın terk edilmesiyle büyük günah işlenmiş olmaz mı? İkinci soru: Siz Ehl-i Beyt Şiaları, Hz. Ali’nin (k.v) davranışlarına bağlısınız oysa Hz. Ali (k.v) ne farzı ne de sünneti terk ediyordu. Bilakis sürekli bunları yerine getiriyordu ama siz Şialar, namazda sünneti ve abdestte farzı terk ediyorsunuz! Bunu terk etmede deliliniz nedir?
Kısa CevapHer fırka ve grubun kendisini fırka-i naciye (kurtuluşa eren fırka) bilmeleri gayet doğaldır. Biz, sizin aksinize kendi yükümlülüğümüze boyun eğdiğimizi, farzı yerine getirdiğimizi ve Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin farzdan uzaklaştıklarını kabul ediyoruz ve bu iddiamızın delillerini Kur’ân ve rivayetlerle ortaya koyacağız.
Şia; Kur’ân, Ehl-i Beyt (a.s) ve büyük sahabelerden aldığı öğretilerden yararlanarak şöyle inanır. Abdest, iki yıkama ve iki meshten oluşur; önce yüz sonra dirsekten parmak ucuna kadar el yıkanır ve ardından önce baş sonra ayağın üzerine mesh edilir.
Söylediklerimize ek olarak biz, abdestin ibadetlerden olduğunu ve ibadetlerin ise “Tevkifî” olduğuna inanıyoruz. Tevkifî Allah Teâlâ’nın emriyle Allah Resulü’ne (s.a.a) Cebrail’in (a.s) öğrettiği, değiştirilemez olan demektir. Hiç kimsenin azaltıp çoğaltma hakkı yoktur ve tam olarak Resulullah’ın (s.a.a) abdest aldığı gibi abdest alınmalıdır. Bu surette her türlü delillendirmeler, nassın (Kur’ân ve sünnet) karşısında içtihat olacaktır.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin bazıları şöyle diyor: Aklî açıdan yıkamak mesh etmekten daha uygundur; yıkamak temizliktir ve bu şekilde Âlemlerin Rabbi karşısında namaza durmak daha münasiptir. Ne var ki bu kıyastır ve kıyasın batıl olduğu ve ilmi bir yeri olmadığı kendi yerinde ispat edilmiştir.
Ayrıntılı CevapŞia; Kur’ân, Ehl-i Beyt (a.s) ve büyük sahabelerden aldığı öğretilerden yararlanarak şöyle inanır: Abdest, iki yıkama ve iki meshten oluşur.[1] Önce yüz, sonra dirsekten parmak ucuna kadar el yıkanır ve ardından önce başa olmak üzere baş ve ayağın üzerine mesh edilir.
İhtilaf KaynağıMesh etme ve yıkama noktasında var olan ihtilafa kaynaklık eden şey “ercul=ayaklar” kelimesinin irabı yani harekesidir. “Erculekum” kelimesinde var olan “lam” harfinin okunmasında iki görüş vardır. Bazıları kesre yani “li” şeklinde okumuşlardır. Bu durumda hiçbir ihtilaf olmamalıdır. Ama buna rağmen bazı Ehl-i Sünnet müfessirleri şuna inanmaktadırlar: Ehl-i Sünnet’te kabul görmüş olan görüş tercih edilmektedir. Zira bu durumda “ercul” kelimesi “ruus” kelimesine atfedilmiştir. Elbette bu atıf, baş gibi mesh edilsin cihetinde değildir. Belki şundan dolayıdır ki, ayaklar diğer organlara oranla daha farklıdır. Üzerlerine su dökülür ve su israf edilir. Başa atıf edilmesinin nedeni bu israfın önünün alınması içindir.[2]
Acaba kendi anlayışına göre Kur’ân’ı mana etmek (tefsir-i bi-rey) bundan daha farklı olabilir mi? Kur’ân’ı bu şekilde mana etmek kendi akide ve anlayışlarını tevcih etmek için Kur’ân’ı kullanmak anlamında değildir de nedir? Oysaki Kur’ân vahiy olan bir kelamdır. Biz Kur’ân’ın hizmetinde olmamız gerekirken Kur’ân’ı hizmetimize alıyoruz. Kur’ân’ın öğretilerinden yararlanıp kendi akidelerimizi şekillendirip güçlendirmemiz gerekir ve her çeşit önyargıdan uzak durmamız gerekir.
Bu tür görüşler tefsir değildir. Bunlar Kur’ân’a yüklenen kişisel görüşlerdir. Bu nedenle ilgili âyeti konu edip incelememizde yarar vardır. Bir diğer kısım müfessirler, “erculekum” kelimesinde olan “lam” harfini “le” yani fethe şeklinde okumuşlardır.
Âyetin İncelenmesi:Kur’ân’da sadece Maide Sûresinin altıncı âyetinde abdest konusu işlenmiştir. Âyet şöyledir: “Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû iżâ kumtum ilâ-ssalâti faġsilû vucûhekum veeydiyekum ilâ-lmerâfiki vemsahû biruûsikum veerculekum ilâ-lka’beyn.”[3] Meşhur kıraate göre “erculekum” kelimesi fetheyle (le) okunur. Bu nedenle buna yönelik iki terkip şekillenmiştir.
Mensup (fethe şeklinde) olan “vücuh” kelimesine atfedilmiştir. Bu durumda “erculekum” kelimesi de mensup okunması gerekir, dolayısıyla yıkamaya mahkûmdur. Bu nedenle ayakların da yüz ve eller gibi yıkanmasına hükmedilir. “Ruûsikum (Başlarınız)” kelimesi mecrur (kesre yani “i”, ruûsi=başları şeklinde) gelmiş olsa da “biruûsikum” bir bütün olarak “İmsehu” fiilinin mefulü ve asıl itibariyle (yani harfi car üzerine gelmeden önceki irabın aslı) mensuptur. “Erculekum” kelimesi, “Biruûsikum” kelimesinin mahalline atfedilmiştir ve “Biruûsikum” kelimesinin hükmü ne ise “Erculekum” kelimesinin hükmü de odur, yani mesh etmektir. O halde ayakların da tıpkı başta olduğu gibi mesh edilmesi gerekir.
Bazı Ehl-i Sünnet âlimleri şöyle istidlal etmişlerdir: Yıkamak meshi de kapsar. Yani yıkamak çok rutubet ve ıslaklıktır. Ama bunun tersi doğru değildir. Yani mesh, yıkamaya şamil gelmiyor. Buna binaen eğer bir kimse ayaklarını yıkasa boynundaki borcu kesinlikle eda etmiş olur. Zira eğer farazi olarak meshin vacip olduğunu kabul etmiş olsak, ayaklarını yıkayan bir kimse aynı zamanda mesh de etmiştir. Ama ayaklarını mesh eden bir kimse eğer gerçekten yıkama vacip olmuş olsa bu durumda üzerindeki teklif kalkmamış olur. Zira bu kimse yalnız mesh etmiştir. Oysa bu farza göre yıkamak vacip idi.[4]
Bu tür istidlallerin doğru olmadığı açıktır. Zira yıkamak ve mesh etmek birbirinden iki ayrı mahiyettir ve gerçekte bu iki kelimenin birbirlerine olan nispeti tezattır. Buna binaen bunların hiçbiri, bir diğerini doğrulamaz. Yani yıkamak, mesh etmeyi kapsamadığı gibi mesh etmek de yıkamayı kapsamaz. Aksine, bu tür konularda lügati anlamanın en güzel ölçüsü, örfte o lügatin nasıl anlaşıldığıdır.
Acaba örf bu iki kelimeden, söz konusu istidlalin açıkladığı şeyi mi anlıyor, yani ayağını yıkayan kimseye, ayağını mesh etmiştir mi diyor?
Konunun akışını kolaylaştırmak ve bir neticeye varmak için kabul etsek bile bu iki kelimenin birbirlerine nispeti tezat değil, “Tam girişimlik (umum ve husus-u mutlak)”tir ve böyle bir nispetle yıkamak, fazla mesh etmekten ibaret olur. Ne var ki böyle bir şeyin kabul edilmesiyle birlikte öncelikle, bu genelleştirilebilmelidir. Yani mesh etmekle mükellef olduğumuz her yerde yıkamanın yeterli olduğunu söylememiz gerekir ki kafanın mesh edilmesi konusunda da geçerli olacaktır. Yani mükellef, başını mesh edeceği yerde yıkamakla yetinmelidir. Hâlbuki bu sözün batıl olduğu apaçık ortadadır ve kimse bunu kabul etmez.[5]
İkincisi: Bu surette yine de ayaklar, mesh etmenin yerine yıkanamaz. Zira abdest ibadetlerdendir ve ibadetler ise “Tevkifî” dir (hiç kimsenin azaltıp çoğaltma hakkı yoktur) ve tam olarak Resulullah’ın (s.a.a) abdest aldığı gibi abdest alınmalıdır ve bu surette her türlü delillendirmeler, nassın (Kur’ân ve sünnet) karşısında içtihat olacaktır ki bu da zorunlu olarak batıldır.
Ehl-i Sünnet âlimlerinden Reşit Rıza şöyle diyor: Aklî açıdan yıkamanın daha uygun olduğunu görüyoruz; yıkamak temizliktir ve Âlemlerin Rabbi karşısında bu şekilde durmak daha münasiptir.
Hiç şüphesiz Reşit Rıza burada kıyasın ismini getirmemiş ve yıkamak temizliktir ve temizlik, her yerde iyidir; bu konu diğer konular gibidir o halde yıkamak iyidir, diyerek kıyasa dayanmıştır. Ne var ki dinî hükümlerin ispat edilmesinde kıyasın yeri yoktur ve Reşit Rıza “el-Menar” tefsirinde buna inanmıştır. Zira o “Allah, Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.”[6] âyetinin zeylinde kıyasın yerildiğine dair İmam Sadık’tan (a.s) iki rivayet naklediyor. Şöyle diyor: Ebu Na’im “Hilye (Hilyetu’l-Evliya)” kitabında, Deylemî Cafer Sadık’ın babasından ve babasının da dedesi Allah’ın Resulü’nden (s.a.a) naklettiğine göre Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Dinde kendi görüşüne göre kıyas eden ilk kişi şeytandı.”[7]
Aynı şekilde Cafer (Sâdık) şöyle dedi:
“Dinde kendi görüşüne göre kıyas eden kimseyi, Allah Teâlâ kıyamet gününde şeytanın dostu kararlaştırır.”[8]
Sonuç
Buraya kadar iki ayrı konu için iki hükmü açıkladık. Yani yüz ve başın yıkanması ve mesh edilmesi ve eller, yüz ve ayaklar başta olmak üzere bunların her birinin, bir şeye atfedildiğini ortaya koyduk. Yani abdestte yüzün yıkanması farz olduğu gibi, iki elin dirseğe kadar yıkanması da farzdır. Aynı şekilde başın bir kısmının mesh edilmesi farz olduğu gibi, ayağın da bilek kemiğine kadar mesh edilmesi farzdır.[9] Sunduğumuz konuları dikkate alarak Şia’nın farzları terk etmediğini ve Peygamber (s.a.a) ve Hz. Ali’nin (a.s) sünnetinin aksine amel etmediğini söyleyebiliriz.
[1] Tusî, Tezhibu’l-Ahkâm, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye baskısı, h.k. 1365, c. 1, s. 63, hadis 25.
[2] Zemahşerî, Mahmut, el-Keşşaf, Beyrut basımı, h.k. 1407,3. baskı, Naşiru Daru’l-Kitabu’l-Arabi, c. 1, s. 611.
[3] Maide, 6.
[4] Razi, Ebu Abdullah Fahrettin Muhammed b. Amr, Mefatihu’l-Gayb, Beyrut basımı,h.k. 1420, Naşiru Daru’l-İhyai’t-Turas el-Arabiye, 3. baskı, c. 11, s. 306; Reşit Rıza, Muhammed, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim (Tefsiru’l-Menar), Lübnan, Beyrut, Naşiru Daru’l-Marife, 2. baskı, s. 223.
[5] Bkz. Tabatabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiru’l-Kur’ân, Musevi Hemedanî, Kum, h.k. 1374, Defter-i İntişarat-ı İslami Camiayi Müderrisin Havzayıİlmiyeyi Kum, 5. baskı, c. 5, s. 363.
[6] A’raf, 12.
[7] A’raf, 12.
[8] Reşit Rıza, Muhammed, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hâkim (Tefsiru’l-Menar), c. 8, s. 331.
[9] Tusî, Tezhibu’l-Ahkâm, c. 1, s. 62, hadis 20. Konuyla alakalı daha fazla bilgi için bakınız: Risale-i Şeyh Mufid, el-mesh ale’l-ricleyn, s. 25.