Soru
Ziyaret-i Âşura’da yapılan lanetler Yezid’in oğlu Muaviye’yi de kapsıyor. Oysa onun oğlu Muaviye iyi birisi idi. Bu durumda (tezat içerikli olan) Ziyaret-i Âşura nasıl muteber olabilir?
Kısa Cevap
Ziyaret-i Âşura’da Yezid’in oğlu da dâhil bütün Ümeyye oğullarına lanet edilmiştir. Bu arada bazı tarihçiler Yezid’in oğlu ve Ümeyye oğullarından birkaç tanesini yapmış oldukları hizmetlerden dolayı iyi insanlar şeklinde tanıtmışlardır. Bu ise lanet edilmelerine terstir. Zâhirî olarak bir çelişkinin var olduğu görülmektedir oysa gerçekte bu ikisinin arasında herhangi bir tezat ve çelişki bulunmamaktadır. Zira Ümeyye oğullarından maksat fikir ve amel olarak Ümeyye oğullarıyla aynı düşünenler ve aynı şekilde amel edenlerdir. Yani İmamların (a.s) imametinin gasp edilmesine ve şehit olmalarına karşı hoşnut, seyirci kalıp tepki göstermeyen, dolaysız bir şekilde bu işi yapan ve buna sebebiyet veren kimselerdir.
Bu konu Ziyaret-i Âşura’da lanet içeren ibareden önce ve sonraki ibareler üzerinde dikkatli bir şekilde tefekkür edilirse çok açık bir şekilde anlaşılıyor. Zira Ziyaret’e hâkim olan atmosfer zorla ve gasp ile hilafet tahtına oturup Allah’ın nurunu söndürmeye çalışan ve Ehl-i Beyt’e (a.s) karşı düşmanlık yapıp bu düşmanlığı toplum içinde yerleştirmek için her çeşit vesileden yararlanan ve hakeza bunlara destek veren, seyirci kalan, bunların yapmış olduğu bu işlerine rıza gösteren ve bunu yapanları savunan kimselere lanet etmek ve onlara beddua etmektir. Buna binaen usulu’l-fıkıhta var olan kaideye göre Ümeyye oğullarının salih olan kimseleri, Ümeyye oğulları kavramının dışında kalırlar. Yani Ümeyye oğulları (Benî Ümeyye) kavramı ilk baştan beri onların iyilerini kapsamadığı için istisna edilmelerine gerek yoktur.
Ayrıntılı Cevap
Yukarıdaki soru iki yönlüdür. Birisi Yezid’in oğlunun akide ve amel durumunun incelenmesi, diğeri Ziyaret-i Âşura’da Benî Ümeyye’ye (Ümeyye oğullarına) yapılan lanetten maksadın ne oluğunu anlamaktır:
Yezid’in oğlu hakkında şunu söylemek gerekir: Tereddütsüz Yezid’in oğlu Muaviye’nin hilafet makamı gasp edildiği için o makamdan kenara çekilmesi olumlu bir iştir. Ama onun bu girişiminin kesinlikle Allah’a karşı şartlarına riayet ederek kesin tövbe edip Allah’ın rahmetine nail olduğuna ve artık Allah’ın lanetini hak etmediği konuma geldiğine dair kesin bir delil değildir. Zira hilafet makamının az bir müddet de olsa gasp edilmesi çok büyük bir günahtır. Kesinlikle onun bağışlanması için bazı şartlar gerekir. Ömer bin Abdülaziz hakkında da İmam Seccad’dan (a.s) bir rivayet nakledilmiştir. İmam Seccad Abdullah bin Ata’ya şöyle buyurmuştur:
“…O (Ömer b. Abdulaziz) ölecektir. Yeryüzündekiler onun için ağlayacaklar ama gökyüzündekiler ona lanet edecekler.” [1]
Zira o hak etmediği bir makamda oturmuştu. Her ne kadar diğer halifelere oranla insana yakışır iyi işler yapmış, güzel girişimlerde bulunmuş ve çok şeyler yapmış ise de durum böyledir. Elbette kesin bir şekilde Yezid’in oğlunun veya Ömer bin Abdülaziz’in Allah’ın rahmetine nail olmadığını söyleyemeyiz.[2] Her halükârda sadece Allah Teâlâ onların durumundan haberdardır. Ama Ümeyye oğullarından az da olsa bir kısmının has Şialardan olduğu kesindir. Halit b. Sait b. As, Ebu’l-As b. Rabii, Sadu’l-hayr ve buna benzer başka şahsiyetler bunlardan bir kısımdır. Buna binaen Ümeyye oğullarından bazı kimselerin ilahi lanete müstahak olmadıklarını söyleyebiliriz. Şimdi sorunun diğer yönünü inceleyelim.
Ümeyye Oğullarının Tümüne Lanet ve Bu Lanetin Anlamı:
Kur’ân’ın çok açık ve net (muhkem) usullerinden birisi şudur: Hiç kimse başka birisinin günahından dolayı kınamaz, dünya ve ahiret azabına maruz kalmaz.[3] Eğer bir kimsenin günahın tahakkuk bulmasında etkisi olmamışsa, işlenen günaha rıza göstermemişse veya ona engel olduğu halde o günah tahakkuk bulmuşsa işlenen bu günahın cezası kesinlikle hiçbir şekilde ona yönelmez. Ama eğer işlenen günahın tahakkuk bulmasında bu durumlar söz konusu ise yani günahın tahakkuk bulmasında etkisi olmuş, seyirci kalmış, rıza göstermiş, hoşnut olmuş ise bunların kendisi günahtır. Eğer azap ve kınama insana yöneliyorsa bunlardan ötürüdür. Başkasının günahından ötürü değildir. Hz. Salih’in (a.s) devesini Semud kavminden birisi boğazladı[4] ama Kur’ân-ı Kerim işlenmiş olan bu günahı ve cinayeti hepsine nispetlendiriyor.[5] Onların hepsinin cinayet işlediklerini ve ilahi azaba müstahak olduklarını söylüyor.[6] Zira onlar bu işlenmiş olan günaha ve cinayete rıza gösterdiler. Hz. Ali’nin (a.s) tabiriyle Semud kavminin ortak hoşnutlukları ve kızgınlıkları onları müşterek ve kötü akıbete maruz bıraktı.[7]
Başka bir beyanla Kur’ân ve rivayetler literatüründe bir guruptan ve kabileden sayılıp sayılmamanın ölçüsü, fikri ve ameli bakımdan o gurupla uyum içinde olup olmamaktır. Bilindiği gibi Allah Teâlâ Hz. Nuh’un (s.a) oğlunu onun ailesinden ve ehlinden saymıyor. Onun delili pratikte Hz. Nuh ile uyum içinde olmayışıdır.[8] Diğer taraftan bizim Peygamberimiz (s.a.a) fiziki olarak peygamberle hiçbir bağı olmayan Selman-ı Farisi’yi Ehl-i Beyt’inden sayıyor.[9] Bu nedenle İmamlar (a.s) Ümeyye oğullarından iyi olan kimseleri Ümeyye oğullarından saymıyorlar. Örnek olarak Sadu’l-Hayr’a işaret edebiliriz: Ümeyye oğulları hatırlatıldığında Sadu’l-Hayr gibi bir şahıs kadınlar gibi yüksek sesle ağlıyordu. İmam Bâkır (a.s) “Bu kadar şiddetli şekilde seni ağlatan şey nedir?” diye sorunca, o “Ben Kur’ân-ı Kerim’de melun olarak belirtilen ağaçtanım, o halde nasıl ağlamayayım?” diyor. İmam Bâkır (a.s) ona şöyle diyor:
“Sen onlardan değilsin. Sen biz Ehl-i Beyt’ten olan Emevî’sin, sen Allah’ın söylemiş olduğu şu sözü duymadın mı? Ki şöyle buyuruyor: Bana tabi olan herkes bendendir.” [10]
Sonuç itibariyle Ümeyye oğullarından maksat fikrî ve ameli olarak gerçekten Ümeyye oğullarıyla uyum içinde olan kimselerdir. Yani imametin gasp edilmesine sebebiyet verenler, bu işi bilfiil gerçekleştirenler, bu işe seyirci kalanlar, bu işe razı olanlar ve… İmamların (a.s) ve Şiaların şehadetine sebebiyet veren ve buna seyirci kalan kimselerdir.
Bu konu dakik bir şekilde Ziyaret-i Âşura’da zikredilen lanetten önce ve sonraki ibarelerde tefekkür edilirse açık bir şekilde anlaşılıyor. Zira ziyarete hâkim olan atmosfer zorla ve gasp ile hilafet tahtına oturup Allah’ın nurunu söndürmeye çalışan ve Ehl-i Beyt’e (a.s) karşı düşmanlık yapıp toplum içinde bu düşmanlığı yerleştirmek için her çeşit vesileden yararlanan ve hakeza bunlara destek veren, bunların yapmış olduğu işe rıza gösteren ve bunları savunan kimselere lanet etmek ve onlara beddua etmektir. Buna binaen usulu’l-fıkıhtaki kurala göre Ümeyye oğullarının salih ve iyi olan kimseleri, Ümeyye oğulları kavramının haricindedirler. Yani Ümeyye oğulları kavramı zaten ilk baştan beri onların iyilerini kapsamıyordu.
Mirza Ebul-Fazl Tahranî (Allah kendisine rahmet etsin) Ziyaret-i Âşura’ya yazmış olduğu şerhte bu açıklamayı kabul ederek bunun için iki delilde zikrediyor:
1- Benî (oğulları) Ümeyye’ye izafe edilmiş (yani Ümeyye oğulları denilmiş), izafe ise ahitte olan hakikattir. Yani Ümeyye oğullarından, ahdin içine girmiş olan Ümeyye oğullarıdır. Bunlardan maksat da Ehl-i Beyt ile düşman ve onlardan nefret eden kimselerdir.
2- Bir rivayette Masum İmam (a.s) Benî Ümeyye (Ümeyye oğulları) kelimesini kullanmış, devamında onu Ebu Süfyan’a, Muaviye’ye ve Mervan’a tatbik etmiştir.[11]
Sonuç itibariyle Yezid’in oğlu Muaviye’nin ilahi lanetin kapsamına girmediğini varsayabiliriz. Buradaki makam karinesine dayanarak lanet edilen Benî Ümeyye’den kastın onlardan özel bir topluluktur, Yezid’in oğlu Muaviye onlardan sayılmamaktadır, diyebiliriz.[12]
[1] Saffar, Muhammed b. Hasan, “Besairud-Deracat”, Kitaphanei Ayetullan Meraşi, Kum, baskı 2, 1404 k. s. 170.
[2] Bu nedenle Mirza Abdullah Efendi gibi bazı değerli ve saygın âlimlerimiz “Riyazul Ulema” adlı eserinde şöyle buyurmuş: “Ömer b. Abdul-Aziz’e lanet edilmesinin caiz olduğu belli değildir. Seyyid Rezi kendi divanında Ömer b. Abdul Aziz hakkında olan mersiyesinde bir mısra zikrediyor ki bu mısrada onu övüyor ve ondan güzelliklerle konuşuyor.
[3] Necm/38 ve 41; “la teziru vaziretun vizre uhra; yani kimse kimsenin günahını taşımıyor” cümlesi. Enam Sûresinin 164, İsra Sûresinin 15, Fatır Sûresinin 18 ve Zümer Sûresinin 7. âyetinde zikredilmiştir.
[4] Kamer/4; Hz. Ali de (a.s) şöyle buyurmuş: “Gerçekten Semudların devesini bir kişi öldürdü.” (Nehcu’l-Belaga, Subhi Salih, hutbe no: 201, s. 319.)
[5] Araf/77; Hud/65; Şuara/157; Şems/14.
[6] “Fakat onlar, onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onları helâk etti ve kendilerini yerle bir etti.” (Şems/14)
[7] “Ey insanlar, insanları biraraya getiren tek şey (aralarında) olan hoşnutluk ve nefrettir. Semudların devesini yalnız tek bir kişi boğazladı. Ama Allah Teâlâ azabını hepsine nazil etti. Zira hepsi onun yapmış olduğu bu işten hoşnut ve razı idiler.” (Nehcu’l-Belaga, hutbe no: 201, s. 319.)
[8] “Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.” (Hud, 46)
[9] “Selman minna ehlelbeyti; yani Selman biz Ehl-i Beyt’tendir.” (Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, Müessese-i el-Vefa, Beyrut, h.k. 1404, c. 65, s. 55.
[10] Biharu’l-Envar, c. 46, s. 337; Şeyh Mufid, el-ihtisas, Kongre-i Cihan-i Hizare-i Şeyh Mufid, Kum, 1. baskı, s. 85.
[11] Tahranî, Mirza Ebu’l-Fazl, Şifau’s-Sudur fi Şerh-i Ziyareti’l-Aşura”, intş. Murtazevi, 1. baskı, h.ş. 1376, c. 1, s. 255-263.
[12] Daha fazla bilgi edinmek için bkz. Turhan, Kasım, Nigeriş-i İrfani, Felsefi ve Kelami bi Şahsiyet ve Kıyam-i İmam Hüseyin (a.s), s. 279-291.