Soru
Mehdilik felsefesinin temelleri nelerdir?
Kısa Cevap
Mehdilik felsefesinin temelleri iki yönden; illet-i gaî (ereksel neden) ve illet- failî (edimsel neden) incelenebilir.
Yani hilkatin hedefli olduğu ve amacın dışına da çıkılmasının muhal olması gereği, kâmil bir insan olmalıdır. Bu kâmil insan hilkat âleminin illet-i gaîsi (ereksel neden) sayılır. İllet-i failî (edimsel neden) açısından ise konu şöyle açıklanır: Sebep ve sonucun cinsi itibariyle, her yönden vahit olan ve hiç kesret (çokluk) yönü olmayan birinci illetle, kesret (çokluk) olan âlemin arasında, bir birlik yönünün olması gerekir. Bu birlik yönü de sadece nefis âleminde mümkündür. O da Peygamber’in (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in temiz ve güzel nefisleridir.
Ayrıntılı Cevap
Mehdilik felsefesinin temelleri iki yönden; yani illet-i gaî (ereksel neden) ve illet-i failî (edimsel neden) yönünden incelenebilir.
1. Kâmil İnsan ve İllet-i Gaî (Ereksel Neden) Silsilesinde Yer Alması:
Âlemin yaratılışındaki ilahî hedef ve onun illet-i gaîsi (ereksel nedeni) kâmil insandır. Bu hedef ve amaç da on dört masumun vücudunda tecelli etmiştir ve bu yüzden o, yeryüzünün hâkimi ve Allah’ın halifesidir.
Bu şekilde bir yönelişle İslâm felsefecileri, yeryüzünde kâmil veli ve Halifetullah’ın olması konusuna ele almış ve onu kendi ilke ve delilleriyle ispatlamışlardır.
Felsefenin önderi Ebu Ali Sina, eş-Şifa kitabının bir bölümünde imam ve halife konusuyla ilgili olarak kâmil insanın batınî, ahlâkî ve amelî makam ve mertebelerini anlatarak şöyle diyor: Eğer birisi bu özellikle yani peygamberlerin sıfatıyla sıfatlanırsa, insanî bir eğitici olur… ve o yeryüzünün hâkimi ve yeryüzünde Allah’ın halifesi olur.[1]
İşrak felsefesinde de, toplumun önderi ve imamı konusu ele alınarak gaybet konusuna teveccüh edilmiştir.
Şeyh İşrak Şehabu’d-din Suhreverdî, Hikmetu’l-İşrak kitabında imam, rehber, toplumun başkan ve rehberinin kısımları konusundan bahsederek kendi İşrak felsefesi kaynaklarına göre, bir toplumun yöneticisi, başkanı ve rehberinin taşıması gereken şartları beyan etmiştir. O bu hususta şöyle diyor: Âlem, hiçbir zaman hikmet (sağlam ilim), delil ve açıklamalara sahip olan birisinin varlığından boş kalmaz. Böylesi bir şahıs Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve yer ve gökyüzü olduğu sürece de bu şekilde devam edecektir. Sonuç olarak her zamanda, kâmil ilim ve amelin örneği ilahî bir şahıs, Allah’ın halifesi ve toplumun yönetimine sahip olacak ve hiçbir zamanda yeryüzü böyle bir insandan boş kalmayacaktır… Yönetimin ona ait olduğunu söylemekten maksadımız, onun yöneticilik makamını ele geçirmesi değildir. “İlahi İmam” bazen açıktan devlet kurarak güç kazanır, bazen de son derece bir gizliliğe (gaybet) bürünür. Bu imam, insanlar tarafından “Zamanın Kutbu”, “Zamanın Velisi” olarak adlandırılan imamdır. Ondan bir iz olmasa dahi toplumun yönetimi ona aittir. Elbette bu lider, ortaya çıkarak hükümetin başına geçecek olursa, o dönem nurla dolar.[2]
Allâme Tabatabâî, velayet risalesinde şöyle yazmaktadır: Velayet, kâmil insanın en son derecesidir ve şeriatin gelmesinin en son amacıdır.[3]
Allâme Tabatabâî, el-Mizan tefsirinde şöyle söylemektedir: Velayet kelimesi için birçok manalar söylendiyse de, onun asıl manası, iki şey arasında engel olan bir aracının, o iki şey arasında hiçbir şey kalmayacak şekilde kaldırılmasıdır.[4]
İhvanu’s-Sefa felsefecileri de kendi felsefelerinde, Mehdi (a.f) konusunun önemine yer vermişler ve “gaybet ve zuhur (Mehdilik)” konusunu açıklamışlardır. Onlar Mehdi’ye (a.f) ve onun yeryüzünü zulümle dolduktan sonra gelip adaletle dolduracağına inanmaktadırlar.
…İmamlar için iki dönem vardır: Açıklık dönemi ve gizlilik dönemi. Açıklık döneminde, imamlar insanların arasında açıktadırlar ve gizlilik döneminde ise (insanların arasında olmalarına rağmen) tanınmıyorlar. Bu olay korkudan dolayı değildir. Ama gaybete çekilmiş imamın yarenleri, onun yerini bilerek istedikleri zaman yanına gidebilirler ve eğer böyle olmazsa bir dönem için Allah’ın hücceti olmamış olur. Ama Yüce Allah, hiçbir zaman mahlûkatı hüccetsiz bırakmaz ve insanlarla onun arasında olan bağı kesmez. İmamlar, açıklık döneminde de gizlilik döneminde de yeryüzünün direkleri ve Allah’ın gerçek halifeleridirler. Açıklık döneminde de gizlilik döneminde de, ölen birisi eğer zamanının imamını tanımamışsa, cahiliyet zamanın insanları gibi ölmüş demektir.[5]
Büyük âlimlerden bir grubu şöyle dediler: İnsanın yaratılış hedefi, tekâmüldür. Tekâmül, daha üstün bir varlığa bağlanmaktır ve üstün varlık da sadece Yüce Allah’dır. Bu hedef, mutlaka bazı insanlarda gerçekleşmelidir. Eğer gerçekleşmezse, amacın dışına çıkılmış olur ve Allah’ın fiillerinde amacın dışına çıkılması da, onun acizliği veya cahilliği anlamına gelir ki bu da muhal bir şeydir. Ve bu insanlar, on dört masumların ta kendileridirler.[6] Yani illet-i gaî (ereksel neden) esasına göre âlemin yaratılış hedefi, kâmil insandır.
2. Kâmil İnsanın Failî İlletler (Edimsel Nedenler) Zincirinde Yer Alması:
Failî illetler (edimsel nedenler) açısından konu şöyle açıklanır: Sebep ve sonucun cinsi itibariyle, her yönden vahit olan ve hiç kesret (çokluk) yönü olmayan birinci illetle, kesret (çokluk) olan âlemin arasında, bir birlik yönünün olması gerekir. Bu birlik yönü de sadece nefis âleminde mümkündür. Zatında madde âleminden ve maddenin ürünü olan, kemal ve fiilî makamda ise tecerrüt âleminden olan iki yönlü bir nefis, yani herhangi bir nefis değil, kesretleri (çokluğu) etkisi altına alacak kâmil bir nefistir ve o da Peygamber’in (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in temiz ve güzel nefisleridir.[7]
Eğer Peygamber (s.a.a) olmasaydı, âlemin birlik yönü olmayacak ve o zamanda da kesretler (çokluklar) olmayacaktı.
Merhum Seyyid Haydar Âmulî, Camiu’l-Esrar kitabında şöyle yazıyor: Allah’ın gözü, kâmil insandır ve “Levlake…” hadis-i kutsisinde buyurduğu gibi Yüce Allah, onun bakışıyla âleme bakar.[8] Yani kâmil insan, kemal makamında vasıl makamına erişir ve âlemi sebepler yoluyla idare eden Allah, kâmil insan yoluyla âlemi idare eder.[9]
Merhum Seyyid Haydar Âmulî, başka bir yerde ise şöyle demektedir: Sebep-sonuç ilişkisi kaidesi türünden ve açık olan felsefî bir kaide (birden sadece bir ortaya çıkar veya bir sadece birden ortaya çıkar), bizimle Allah arasında yaratılışta, feyiz verilmesinde, tekâmülde, hacetlerin karşılanmasında vb… bir aracının olması gerektiğini bize anlatmaktadır. Felsefe’de zikredilen aracılara “Mukaddes Akıllar” tabiri kullanılır. Meşşa grubu, onların 10 tane olduğunu söylemekte ve İşrak grubu ise zikredilen sayıyı delilsiz saymakta ve akılların çok olduğuna, hatta sonsuz olduğuna inanmaktadırlar.[10]
Burada Camie-i Kebire ziyaretinin şu cümlelerinin anlamı açıklık kazanmaktadır: “Allah sizinle başlatır ve sizinle sona erdirir; sizinle yağmuru yağdırır, sizinle gökyüzünün, onun izni hariç, yeryüzüne inmesini engeller; sizinle kalplerden gam ve sıkıntıyı giderir. Peygamberlere inen ilimler ve meleklerin getirdikleri sizin yanınızdadır.[11]
Sözümüzü İmam Humeynî’nin bir açıklamasıyla noktalayalım:
İnsanın yaratılış gayesi, kutsi hadislerde geldiği gibi (Ey âdemoğlu! Her şeyi senin için ve seni de kendim için yarattım) mutlak gayb âlemidir. Kur’ân-ı Kerim’de Musa bin İmran’a (ala nebiyyina ve alih ve aleyhisselam) şöyle hitap ediliyor:
“Ben seni kendim için seçtim.” [12]
Ve başka bir yerde de:
“Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver.”[13]
Yani insan, Allah ve onun mukaddes zatı için yaratılmıştır ve O’nun mahlûkatı içerisinde seçilmiştir. Tekâmülünün hedefi, Allah’ın katına ulaşması, O’nun zatında fani olmak ve onda fani kalmaktır. Onun dönüşü, Kur’ân-ı Kerim’de de buyrulduğu gibi:
“Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir.”[14]
Allah’a doğru, Allah’tan, Allah’ta ve Allah ile birliktedir. Diğer varlıklar da insan sayesinde Allah’a yönelirler; aslında onların dönüş yeri insanadır. Velayet makamının bir kısmını açıklayan Camie-i Kebire ziyaretinde de bu konuyla ilgili şöyle geçmektedir: “Ve mahlûkatın dönüşü sizedir; onların hesabı size aittir.” Ve yine: “Allah, sizinle başlatır ve sizinle sona erdirir.”
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir. Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir.”[15]
Camie-i Kebire Ziyaretnamesinde şöyle buyrulmaktadır: “Ve mahlûkatın dönüşü sizedir; onların hesabı size aittir.” Bu tevhit sırlarından bir sırdır ve kâmil insana müracaat etmenin Allah’a müracaat etmek olduğuna dair bir işarettir. Çünkü kâmil insan Allah’ta mutlak bir şekilde fani olmuştur; kendisinde enaniyet (benlik) yoktur. Kur’ân ve hadislerde işaret edildiği gibi, onun bizzat kendisi güzel isimlerdendir ve ism-i azamdandır.
[1] eş-Şifa, s. 455, 5. bölüm. Manzume şerhinde Ebu Ali Sina’nın ibaresi şöyledir: “Bu faziletlerin başı iffet, hikmet ve cesarettir ve bunların toplamı da adalettir. Adalet, teorik faziletin dışındadır. Eğer birisi buna ilave olarak teorik fazilete de sahip olursa kurtuluşa ermiştir. Eğer birisi bunlara da ilave olarak peygamberlerin sıfat ve özellikleriyle sıfatlanırsa, insanî eğitmen (türlerin şekillerinde eser sahibi) olur. Ve… Allah kullarının işleri ona sevk edilir; yani onlara tekvinî ve teşriî velayeti olur. O, yeryüzünde hâkim ve Allah’ın halifesi olur. (Şerh-i Manzume, c. 4, s. 313.)
[2] Hikmet-i İşrak, Şeyh İşrak’ın yazdığı eserlerin toplamından, c. 2, s. 11-12; Şerh-i Hikmet-i İşrak, s. 23-24.
[3] Kitabu’ş-Şia, Henry Corbin ile yapılan konuşmaların toplamı, s. 185-186.
[4] el-Mizan, c. 10, s. 89.
[5] Hana el-Fahurî, Halilu’l-Cer, Tercüme: Âyetî, Abdu’l-Muhammed, İslâm âlemindeki felsefe tarihi, s. 207-208.
[6] Geramî, Muhammed Ali, “Levla Fatıma” hadisi hakkında, s. 17.
[7] a.e.g, s. 22.
[8] Camiu’l-Esrar, s. 381.
[9] Geramî, Muhammed Ali, “Levla Fatıma” hadisi hakkında, s. 23.
[10] Geramî, Muhammed Ali, “Levla Fatıma” hadisi hakkında, s. 66-70.
[11] Mefatihu’l-Cinan, s. 549.
[12] Taha, 41.
[13] Taha, 13.
[14] Gaşiye, 25.
[15] Gaşiye, 25 - 26.