Soru
Kur’an’da işaret edildiği üzere Hz. Musa (a.s) Mısırlı birini öldürmüştür. O zaman nasıl ismete sahip olabilir?
Kısa Cevap
Bütün peygamberler (makamlarında farklılık olmakla birlikte) masumdurlar, Allah’a yakınlığın ve kemalin zirvesindedirler. Diğer insanların yerine getirmesi gereken vazifelerden daha üstün ve ağır vazifelerle görevlendirilmişlerdir. Mabuttan başka her türlü varlığa teveccüh etmeyi büyük bir günah bilmektedirler.
İslam bilginleri ve uleması Hz. Musa’nın (a.s) bir Kıbtî’yi öldürmesi olayında masum (ismetini) oluşunu geniş biçimde açıklamışlardır.
Getirilen açıklamaların temeli, Hz. Musa’nın (a.s) bir günah işlemediği yalnızca terk-i evla yaptığı noktasıdır. Ölen Kıbtî hakkında gelen bilgilerde onu öldürmesinin haram olmadığı, yalnızca Hz. Musa’nın bu işi yapmakta acele etmemesinin daha iyi olduğu geçmektedir.
Kur’an’ın kullandığı tabirler de onun ismetiyle tezat içinde değildir. Yine aynı şekilde Hz. İmam Rıza’nın (a.s) Memun’a verdiği cevapta Hz. Musa’nın (a.s) ‘’Bu şeytanın işiydi. O apaçık bir düşman ve saptırıcıdır.’’sözü veya ‘’Ey rabbim ben kendime zulüm ettim. Beni affet!’’ demesi hakkında şöyle buyurmuştur:
“Bu şeytanın işiydi” sözü o iki kişinin arasındaki tartışmadır. Hz. Musa’nın kendi yaptığı eylemi değildir ve beni affet demesinden kasıt şehre girmesi yüzündendir. Çünkü, şehre girmemesi gerekirdi. Bana mağfiret et demesi ise Firavun’un taraftarlarından gizlenmesidir.”
Ayrıntılı Cevap
Bu soruya cevap vermeden önce birkaç noktaya değinmek gerekir.
İsmet kavramının kısaca açıklaması:
Bu kavramın sözlük manası “korunmuş, bir şeye bağlanmış” demektir[1]. Kelam ıstılahında ise Allah Teâlâ’nın özel bir lütfudur ki bu lütuf sayesinde şahıs Allah’a itaatsizlik etmeye veya günah işlemeye kadir olmasına, bu işi yapması mümkün olmasına rağmen asla günah işlemeye yönelmez.[2]
Peygamberlerin ismete sahip olmalarını gerekli kılan bazı deliller:
1. Peygamberler ismete sahip olmazlarsa gönderiliş amaçlarında tezat meydana gelir. Şöyle ki peygamberlerin gönderiliş amacı insanları gerçek maslahat ve zararlardan haberdar etmek, bir dizi ön hazırlıklarda bulunarak onların terbiye ve tezkiye olup kemale ve de dünya ve ahiret saadetine ulaşmalarını mümkün kılmaktır. Bu da peygamberlerin ismete sahip olmamaları durumunda gerçekleşmez. Çünkü peygamber günah işlerse ona itaat etmemiz bize ya farzdır veya farz değildir. Eğer itaat etmemiz farz olmazsa peygamberlik kavramı anlamını yitirir. Diğer taraftan günaha itaat etmek de caiz değildir.
2. Peygamberin günah işlemesi, peygamberliğe seçilmeden veya seçildikten sonra insanların ona antipati duymasına ve ona itaat etmemesine yol açar.
Bu konuda zikredilen bu ve benzeri deliller dikkate alındığında Peygamberlerin ismetinin kesin ve gerekli olduğu anlaşılır.
Hz. Musa (a.s) Kur’an-ı Kerim’in bazı âyetlerinin zahirine göre bir Kıbtî’yi (Firavun’un taraftarı olan birisini) öldürmesi onun ismetiyle çelişmez mi?
Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Musa (a.s), halkının farkında olmadığı bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi, diğeri düşmanlarından olan iki adamı dövüşür buldu. Kendi taraftarlarından olan düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Musa, ona bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu. ‘’şeytanın işindendir. O apaçık saptırıcı bir düşmandır.’’ dedi. (Musa,) “Ey rabbim! Ben kendime zulmettim Beni bağışla.” Dedi. Allah da onu bağışladı. Kuşkusuz o bağışlayandır merhamet edendir.” [3]
Şimdi, Hz. Musa’nın (a.s) “Bu şeytanın işiydi, o düşman ve apaçık bir saptırıcıdır” veya” Ey Rabbim! Beni bağışla ben kendime zulmettim.” sözleri onun ismetiyle tezat oluşturmuyor mu? Bu konuda şuna değinmeliyiz: Firavun’un saray ahalisinden (Kıbtî) olan biri, Hz. Musa’nın (a.s) takipçilerinden birini odun toplamaya zorlamaktadır. Bu yüzden aralarında kavga başlar ve bu sırada Hz. Musa (a.s) Benî İsrail’den olan şahsa yardım etmek için Kıbtî’ye bir yumruk atar ve bu yumruk sonucu Kıbtî ölür.[4] Müfessirler bu konuya şu açıklamayı getirmişlerdir: Hz. Musa’nın (a.s) gerçekleştirdiği eylem bir günah değil, bir terk-i evla idi. Hz. Musa (a.s) bu işiyle kendini sıkıntıya sokmuştur. Bu eylem yüzünden Firavun taraftarları onun peşinde düşmüşlerdir. Terk-i evla, kendiliğinden haram olmayan ama daha evla bir işin terk edilmesine vesile olan eyleme denir. Yani hiçbir yanlış iş söz konusu değildir.[5]
Uyun-i Ahbari’r-Rıza kitabında rivayet edildiği üzere Memun, Hz. İmam Rıza’ya (a.s) Hz. Musa’nın (a.s) kıssasını sordu. İmam Rıza (a.s) cevabında Hz. Musa’nın (a.s) ‘’Bu şeytanın işiydi. O apaçık bir düşman ve saptırıcıdır.’’ sözü veya ‘’Ey rabbim ben kendime zulüm ettim. Beni affet!’’ demesi hakkında şöyle buyurmuşlardır:
“Bu şeytanın işiydi sözü o iki kişinin arasındaki tartışmadır; Hz. Musa’nın kendi yaptığı eylem değildir. “Beni affet” demesi de şehre girmesi yüzündendi. Çünkü şehre girmemesi gerekirdi. Beni bağışla demesi ise Firavun’un taraftarlarından beni gizle anlamındadır. Çünkü gafere ve gufranın manalarından biri, bir şeyi örtmek ve gizlemektir.” [6]
Seyyid Murtaza, Alemu’l-Huda Tenzihu’l-Enbiya kitabında bu âyeti iki şekilde açıklamıştır.
1. Zulümden kasıt bir müstehabbın terk edilmesidir. Çünkü o Kıbtî’nin daha sonra öldürülmesi daha evla idi. Hz. Musa (a.s) kendi taraftarına yardım edebilmek için Kıbtî’nin öldürmesinde acele etmiştir. Terk-i evlaya duçar olmuştur. Müstehap bir amelin sevabından mahrum kalmıştır. İşte bu yüzden şöyle buyurmuştur:
“Ben kendime zulüm ettim.”
2. Bu şeytanın işiydi sözünden maksat o Kıbtî’nin başlattığı tartışmadır. Hz. Musa o Kıbti’yi öldürmeyi kast etmemiştir, sadece Benî İsrailli şahsa yardım etmek istemiştir.[7]
Şeyh Tûsi, Tibyan tefsirinde şöyle buyuruyor: O Kıbtî’nin öldürülmesi sakıncalı bir iş değildi. Allah Hz. Musa’ya (a.s) onu öldürmesini emretmişti ama evla olan onun ölümünün daha sonra gerçekleşmesiydi. Daha çabuk gerçekleştirdiği için terk-i evlaya duçar oldu. İşte bu yüzden af diledi.[8]
Mecmeu’l-Beyan tefsirinin yazarı da bu soruya şöyle cevap veriyor: “Öldürme, bir mümini zalimin elinden kurtarmak içindi. Yoksa asıl kasıt öldürme değildi. Bu yüzden sakıncasız bir işti.”[9]
Fethu’l-Kadir tefsirinde söyle yazmaktadır: Af talep edilmesi evlanın terk edilmesi yüzündendir. “Ben kendime zulüm ettim” sözü ise Firavun’un adamını öldürmesi yüzünden kendisini tehlikeye düşürmesi yüzündedir. Çünkü Firavun anladığında Hz. Musa’yı öldürmek isteyecekti. “Bana mağfiret et” sözünden kasıt ise Firavun’un anlamaması için bunu gizle anlamındadır.
Kur’an-ı Kerim Şuara Sûresinin 14. âyetinde Hz. Musa’nın (a.s) kendi dilinden şöyle naklediyor:
“Onların bana isnat ettikleri bir suç var.”
İşte bu iş onların kendi inançlarına ve bakışlarına göre bir suçtu. Yoksa gerçekte böyle bir suç ve günah söz konusu değildi.[10]
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Günah ve suçun çeşitli merhaleleri vardır. İnsan bazen şer’i ve ahlâkî kuralları çiğner ve bu ismete aykırı olur. Bazen ise durum böyle değildir yalnızca bir terk-i evla söz konusudur. Gerçi bu, Allah dostlarının yanında suç sayılmaktadır ama bunun ismetle çelişkisi söz konusu değildir.
[1] Müfredat-ı Ragıb ve Kitabu’l-Ayn, ismet kelimesi.
[2] Subhanî, Cafer, Muhazeratu fi’l-İlahiyat.
[3] Kasas, 15-16.
[4] Mekarim, Şirazî, Tefsir-i Numûne, c. 16, s. 42, Mekarim Şirazî, Tefsiru’l-Beyan, c. 7-8, Şeyh Tûsi, Tefsiru’t-Tebyan, c. 2, s. 391, Tefsiru’l-İsnaaşer, c. 10, s. 94.
[5] Tefsir-i Nuru’s-Sekaleyn, c. 4, s. 119, Tefsiru’l-İsnaaşer, c. 10, s. 94.
[6] Uyun-i Ahbari’r-Rıza, s. 155, 15. bâb, el-Mizan, c. 16, s. 18, Nuru’s-Sekaleyn, c. 4, s. 391.
[7] Mecmeu’l-Beyan
[8] Tefsiru’t-Tebyan, c. 2, s. 291, Rehli baskısı.
[9] Tabersî, Fazl ibni Hasan, Mecmeu’l-Beyan, c. 7, s. 382.
[10] Şukanî, Muhammed ibni Ali, Tefsiru Fethi’l-Kadir, c. 4, s. 164.