Soru
İmam niçin masum olmalıdır ve İmam’ın masum olduğu nasıl belirlenmelidir?
Kısa Cevap
Şia, Ehl-i Sünnet’in aksine imamın da masumiyet konusunda Peygamberler (s.a.a) gibi olduğuna inanmaktadır. Bu yüzden İslâm Peygamberi ve diğer ilahî peygamberlerin de masum oldukları gibi, İmam da hata ve yanlıştan masum olmalıdır.
Ehl-i Sünnet ise peygamberden sonraki halifeliği ilahi değil, toplumsal bir makam olarak görmektedirler. Onlara göre bu makam halk tarafından halifeye verilmektedir. Yani halife seçim yoluyla bu makama gelmektedir. Bu yüzden onlar halifenin masum olması gerektiğine inanmamaktadırlar.
Şia’nın Aklî ve Naklî Delilleri:
1. Akıl, peygamberin risaletini ve şeriatı koruyan, açıklayan ve dinin hükümlerini uygulayan önderin masum olmasının gerektiğini kavrar. Aksi takdirde halk bu öndere güven duymaz ve Allah’ın hücceti onlar hakkında tamamlanmış olmaz. Çünkü peygamber ve imamların gönderilme sebebi ilk aşamada, eğitim ve öğretimdir ve bu da Allah’ın onlara verdiği eksiksiz ve hatasız ilimle mümkündür. Bu ilahî ilim, eksiksiz bir şekilde halkın ihtiyacını karşılamalı ve dinin hükümlerinin tahrif ve bozukluğa uğramasını önlemelidir. Böylece imamın Allah tarafından atanmasının gerekli olduğu gibi onun mutlaka masum olması da gerekmektedir.
2. İmamın masumluğunu ispatlayan ayet ve rivayetlerden oluşan muteber ve sahih nakli deliller vardır. Tathir ve itaat âyetleri ile Sekaleyn ve Menzilet hadisleri bu naklî delillerdendir.
Ayrıca Şia, Peygamber’in (s.a.a) halifelik makamı olan imametin seçim değil peygamberlik gibi atanma makamı olduğuna ve bunun da Allah tarafından belirleneceğine inanmaktadır. Başka bir deyişle, masum, açıkta ve gizlide günaha ve hataya bulaşmayan bir kimsedir ve Allah’tan başka hiç kimsenin, birinin masum olduğunu beyan etmeye gücünün olmadığı da açıktır. Yani masumluğun teşhis edilmesi sadece ilahî delil ve Peygamber’in (s.a.a) bildirmesiyle mümkündür.
Ayrıntılı Cevap
1. İmam, sözlüklerde önder anlamına gelmektedir ve önder olan ve diğerlerinin de ona tabi olduğu kimseye imam denmektedir.
Ragıb-ı İsfehanî, Müfredat’ta şöyle demektedir: Takip edilen kişi imamdır.[1]
2. Terim anlamı olarak, kelam ilminde imametle ilgili değişik tanımlar yapılmıştır.
Şia’ya göre imametin tanımı şöyledir: İnsanları, dinî ve dünyevî maslahatlarını korumaları için yönlendirmeyi ve onları, zararlarına olan her şeyden uzaklaştırmayı üstlenen genel dinî yöneticidir.[2]
Ehl-i Sünnet’e göre ise imametin tanımı şöyledir: İmamet, insanların dünyevî ve dinî işlerinde, Peygamber’in (s.a.a) halifesi olarak, genel yöneticilik ve idareciliktir.[3]
3. İsmetin tanımı: İsmet sözlükte, saklamak ve engellemek anlamına gelmektedir. Kelam ilminde kullanılan bir terim olarak “Muhalefet etmeye gücü yettiği halde, ilahî tekliflere muhalefet etmemeyi gerektiren ruhî bir melekedir ve bu ruhî meleke insanı hata ve yanlışlık yapmaktan korumaktadır.”[4]
Şia imametin, nübüvvet ve risaletin devamı olduğuna inanır. Şu farkla ki Peygamber (s.a.a) şeriatin kurucusudur. Ona vahiy nazil olmaktaydı ama imam şeriatin koruyucusu ve açıklayıcısıdır. Buna göre imam, vahyin gelmesi dışında diğer bütün konumlarda peygamberin görevini aynen taşımaktadır.[5] İslâm dininin öğretileri ve hükümleri hakkında içtihada dayanmayan hatasız ilime sahip olmak ve açıkta ve gizlide hata ve günahlardan masum olmak gibi peygamber için gerekli ve lazım olan özelliklerin aynısının imam içinde gerekli ve lazım olduğuna inanır. İsmet sıfatının anlaşılması sadece Allah’ın beyan etmesi ile mümkün olduğu için imamet makamının, peygamberlik makamı gibi Allah tarafından belirlenen bir makam olduğuna inanmaktadırlar. Ama Ehl-i Sünnet, bunu sırf toplum idareciliği olarak görür ve bu yüzden bu makamın, toplum tarafından halifeye verilen bir makam olduğuna ve halifenin seçim yoluyla bu makama gelebileceğine inanmaktadır.
Şimdi her iki grubun da bazı delillerini açıklayacağız. Şia’ya göre İmamların masum olduklarının bazı delilleri:
a) İmam’ın (a.s) Masum Olmasının Gerekliliğine Dair Aklî Deliller:
1. İmam, şeriatin koruyucusu, peygamberlerin risaletlerinin açıklayıcısı ve insanların eğiticisi olduğu için bu görevini hakkınca yerine getirebilmesi için insanlar tarafından yüzde yüz güvenilen birisi olmalıdır ve oysa masum olmayan hata veya günah işleyen kişiye karşı böyle bir güven oluşmaz.
2. Eğer imam günaha bulaşacak olursa, onun ihtiram ve sevgisi kalplerden çıkar ve artık onun emirlerine itaat edilmez. Sonuçta da imamın görevlendirilmesinin faydası ortadan kalkar.[6]
3. Eğer imam masum olmaz ve günaha bulaşırsa, iyiliği emretme ve kötülükten uzaklaştırma hükmüne göre onu cezalandırmak farz olur. Ama imama yapılacak olan böylesi bir davranış, öncelikle imamın görevlendirilme amacıyla çelişir ve onu yönetici değil yönetilen konumuna sokar. İkinci olarak da itaat ayetiyle (Nisa/59) çelişmektedir. Çünkü zikredilen âyet, imama itaat etmeyi ve onun makamına ihtiram göstermeyi mutlak bir şekilde emretmektedir.[7]
4. İmam da Peygamber (s.a.a) gibi şeriatin koruyucusu olduğu için masum olmalıdır. Çünkü korumaktan maksat, ilmî ve amelî korumadır. Şeriatin amelde ve ilimde korunmasının sadece masumluk sıfatına sahip olmakla mümkün olacağı açıktır. Çünkü masum olmayan birisi az veya çok şeriati anlamakta veya uygulamada hataya düşer ve eğer şeriatin bir kısmının korunmasıyla yetinecek olursak şeriatin diğer kısımlarını Allah katında itibarsız olarak kabul etmemiz gerekir. Oysaki bu, dinin temel ilkeleriyle çelişir. Çünkü Peygamber (s.a.a), şeriatin bütün hükümlerini öğretmek ve uygulamak için gelmiştir ve insanların görevi şeriati bir bütün olarak korumaktır.
5. İmamın görevlendirilmesinin felsefesi, açıklandığı üzere genelde fikrî ve amelî sapıklıklara yol açan hata ve yanlışlıkların düzeltilmesi yönünde insanları hidayet etmektir. Eğer imamın kendisi hataya düşecek olur ve masum olmazsa, imamın görevlendirilme felsefesine göre, kendisinin de hidayeti, irşadı ve hatalarını ona hatırlatması için başka bir imama ihtiyacı olduğu ortaya çıkar. Sonuç olarak o diğer imamın masum olması gerekecek ve eğer o da masum olmazsa, başka bir imama ihtiyacı olur ve… Bu da aklın hükmüne göre muhal ve batıl olan teselsülü gerektirecektir. Bu yüzden mutlaka ismet melekesine sahip olan, başkalarını da hidayet etmeye kadir olan ve hata ve sapıklık belirtilerinin de olmadığı masum bir imamın var olması gereklidir.[8]
b) Naklî Deliller:
Kur’ân-ı Kerim’de peygamberlerin ve imamların masum olduklarına dair âyetler vardır ve biz burada onların bir kısmını zikredeceğiz:
1. İmamet Âyeti:
“Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara imam yapacağım, demişti. “Soyumdan da (imamlar yap, ya Rabbi!)” dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez buyurdu.”[9]
Bu âyet, imametin ilahî bir ahd olduğunu ve bu makamın zalimlere ulaşmayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Diğer yandan da şu âyete göre: “Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.”[10] âyeti gereğince büyük küçük bütün günahlar zulümdür ve bu günahları işleyenler de zalimdirler.
Bu âyete göre küçük veya büyük olsun bütün günahlar zulüm sayılmaktadır. Çünkü günah, Allah’ın emrine uymama ve ona isyan etmektir. Buna göre yukarıdaki iki âyet ışığında anlaşılıyor ki:
a) Bütün günahlar (büyük veya küçük), ilahî emirlere uymama ve karşı çıkma yönünden zulüm sayılmaktadır.
b) Allah’ın ahdi olan imamlık makamı kesinlikle zalimlere ulaşmaz.
Sonuç olarak imamet ilahî bir ahit ve makamdır[11] ve Kur’ân-ı Kerim, ilahî makamları zulme bulaşmamış kimselere has kılmıştır. Başka bir ifadeyle her günahın Yüce Allah’a karşı gelme ve nefse yapılan bir zulüm olduğunu ve günahkârın, Kur’ân’da zalim sayıldığını dikkate aldığımızda ilahî makama sahip olan imamların, her türlü zulüm ve günahtan uzak ve beri olmalarının gerekli olduğu anlaşılır.[12]
2. Tathir Âyeti:
“Ey Ehl-i Beyt! Allah sadece sizden, her türlü günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[13]
Bu âyetin Ehl-i Beyt’in masumluğuna delil olması şöyledir: İlahî iradenin, Ehl-i Beyt’in her türlü kötülükten temizlenmesine taalluk etmesi, onların günaha karşı masum olmalarını gerektirmektedir. Çünkü âyette “rics” kelimesinin anlamı, her türlü fikrî, ruhî ve davranışsal kötülük ve pisliklerdir. Bu iradenin de bütün ümmete değil sadece belli şahıslara özgü kılınması, Tathir âyetindeki iradeyle bütün insanların temizlenmesi için olan iradenin farklı olduğu gösterir. Bütün Müslümanların temizlenmesi için olan irade, teşriî iradedir[14] ve insanların günah işlemesi neticesinde gerçekleşmemesi de mümkündür. Ama Tathir âyetindeki irade, tekvinî iradedir. Bu irade gereği irade edilen şey (günahtan temizlenme) mutlaka gerçekleşir.[15]
3. İtaat Âyeti:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e de ve sizden olan emir sahibine de itaat edin.”[16]
Bu âyet de, imamların masum olduklarını ispatlayan âyetlerdendir. Çünkü âyet, Peygamber (s.a.a) ve Ulu’l-emre (emir sahipleri) olan itaatin mutlak bir şekilde ve hiçbir şarta tabi tutmadan farz olduğunu açıklamıştır. Oysa Peygamber (s.a.a) ve Ulu’l-emre (emir sahipleri) mutlak bir şekilde itaat etmek, Allah’ın itaati çerçevesinde olması gerektiğine göre onların emirlerinin Allah’ın emirleriyle asla çelişmediği anlaşılır. Aksi takdirde Allah’a mutlak itaat etme emriyle, hata ve sapıklığa düşme ihtimali olan kimselere mutlak itaat etme emri arasında çelişki söz konusu olur.[17]
4. Sekaleyn Hadisi:
Bu hadis, Sünnî ve Şia kaynaklarında nakledilmiş ve mütevatir hadislerdendir. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum! Allah’ın kitabı ve itretim (Ehl-i Beytim). Bu ikisi, Kevser havuzunun başında yanıma gelene kadar hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmazlar.”
Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyti’ni Kur’ân’la bir tuttuğu ve hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmayacaklarını bildirdiği bu hadis onların masum olduklarının açık bir delilidir. Çünkü hata ve yanlışlıkla dahi olsa en küçük bir günaha bulaşmak, pratikte Kur’ân’dan ayrılmak anlamına gelir. Buna göre Kur’ân her türlü hata ve yanlışlıktan korunmuş olduğu gibi, yukarıdaki hadis gereğince Kur’ân’dan asla ayrılmayan Ehl-i Beyt imamları da her türlü fikirsel ve amelî hata ve yanlışlıklardan uzaktırlar.
Peygamber’in (s.a.a) halifesi olan İmam’ın (a.s) günah ve hatadan uzak olduğu açıklığa kavuştuktan sonra, böyle birisinin ancak Yüce Allah’ın tayin etmesiyle bilinebileceği ortaya çıkar. Çünkü bir makama kimin layık olduğunu ancak O bilir.
Şimdi sadece imamın kim olduğunu açıklayan bazı muteber hadislere kısaca bir bakalım:
Sünnî ve Şia tarafından kabul gören, değişik yerlerde ilan edilmiş ve İmam Ali’nin (a.s) imameti hakkında olan, Peygamber’in (s.a.a) açıkladığı birçok hadisler mevcuttur. Bu hadisler her iki mezhebin de kaynaklarında yer almaktadır. Bunlardan birisi Gadir-i Hum hadisidir.
Peygamber (s.a.a), Allah’ın emriyle İmam Ali’yi (a.s) kendi halifesi olarak bildirdiği yerde şöyle buyurmuştur:
“Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.”[18]
Aynı şekilde başka bir yerde Peygamber (s.a.a), Ali’nin (a.s) elini tutarak şöyle buyurmuştur:
“Bu (Ali), benden sonra sizlerin arasında benim halifemdir. O’nu dinleyin ve ona itaat edin.”[19]
İmam Ali’den (a.s) sonraki imamlar da, Peygamber (s.a.a) ve bir önceki imamlar tarafından tanıtılarak ilan edilmişlerdir. Örneğin İmam Hüseyin (a.s) hakkında Peygamber’den (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
“Bu benim oğlumdur, imamdır, imamın oğludur, imamın kardeşidir, dokuzuncusu kaim olan (kıyam edecek olan) dokuz imamın babasıdır. Hüccettir, hüccetin oğludur, hüccetin kardeşidir ve dokuz hüccetin babasıdır.”[20]
Konuyu uzatmamak için bu birkaç hadisle yetiniyoruz. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için şu kaynaklara başvurabilirsiniz:
Allâme Eminî, el-Gadir; Allâme Şerefuddin, el-Müracaat.
[1] Ragıb İsfahanî, Kur’ân lafızlarının müfredatı, imam kelimesi.
[2] Hoca Nasıruddin Tûsî, Kavaidu’l-Akaid, s. 108.
[3] Kuşçu, Alaaddin, Şerh-i Tecrid, s. 472.
[4] Muzaffer, Muhammed Rıza, Delailu’s-Sıdk, c. 2, s. 4.
[5] Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Senin konumun bana göre Harun’un (a.s) Musa’ya (a.s) olan konumu gibidir. Sadece benden sonra peygamber gelmeyecektir.” Sire-i İbn-i Hişam, c. 2, s. 52.
[6] Muzaffer, Muhammed Rıza, Doğru Deliller, c. 2, s. 8-10.
[7] Aynı kaynak.
[8] Muhtar-ı Mazenderanî, Muhammed Hüseyin, İmamet ve Rehberlik, s. 59.
[9] Bakara, 124.
[10] Bakara, 229.
[11] Bu yüzden insanların seçimiyle hiç alakası yoktur. Allah-u Teâlâ tarafından bu makama layık olan ve hak eden kimselere verilmektedir. Elbette imamet makamının sosyal anlamda pratiğe geçmesi insanların bia’tı ile gerçekleşmektedir.
[12] Peygamberlerin ve imamların masum olmalarının anlamı, melekler vasıtasıyla zorla kişinin günahtan korunması değildir. Masumluk “imanın artması”dır. Eğer insan Allah-u Teâlâ’ya imanı kâmil olursa ve kalp gözüyle Allah’ı görürse diğer yandan günahın doğurduğu çirkef ve pisliği görürse artık böyle bir insanın günah işlemesi mümkün değildir. Masumlar, temiz topraktan yaratıldıktan sonra, çabalarıyla nuraniyet ve faziletli melekeleri kazanmaları sonucu kendilerini sürekli Allah-u Teâlâ’nın huzurunda bilmekte ve Onun her şeye hâkimiyetini idrak etmekteler.
[13] Ahzab, 33.
[14] Ahzab/33; Maide/6. Abdest âyetinin devamında şöyle buyrulmaktadır: “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.” Bu âyette açıklanan, teşriî iradedir. Yani oluşması kesin olan irade türünden değildir.
[15] Subhanî, Cafer, Menşur-i Akaid-i İmamiye, s. 168-169. Burada şu noktaya da değinmek gerekir ki: Allah’ın, Ehl-i Beyt’in masumluğuna olan tekvinî iradesinin, onlardan iradenin alındığı anlamına gelmez. Aynı şekilde peygamberlerin de masum olması, iradelerinin alındığı anlamına gelmez.
[16] Nisa, 59.
[17] Misbah Yezdî, Muhammed Taki, Akaid Dersleri, s. 203.
[18] Allâme Eminî, el-Gadir, c. 1, s. 207; İbn-i Meysem Bahranî, en-Necatu fi’l-Kıyamet fi Tahkik-i Emr-i Hilafet, s. 81.
[19] Aynı kaynak.
[20] İbn Meysem Bahranî, en-Necatu fi’l-Kıyamet fi Tahkik-i Emr-i Hilafet, s. 167.