Soru
Sayın Süruş’un hatemiyet meselesini konu etmesiyle, bazı gençlerin zihninde bir şüphe şekillendi. Onu cevaplandırma ihtiyacını his ettik. Söz konusu şüphenin özeti şöyledir: İlahi dinler, zamanın geçmesiyle değişime uğrayarak ilerleme kaydetmişlerdir. Bunun delili beşer bilincinin ilerlemesidir. Aynı delille İslam dini de böyle bir durumdan müstesna değildir. Zira beşerin ilerlemesi sekteye uğramamış, bu ilerleme gün geçtikçe daha da sürat kazanmıştır. Öyleki (günümüzdeki) beşeri toplum ve beşeri bireylerin İslam’ın zuhur ettiği dönemle mukayese edilmesi mümkün değildir. İbadetler ve ibadî hükümler sabit olarak kalabilirler. Zira bunların var olmalarının felsefesi, beşerin yaratıcısıyla irtibatlı olmasından kaynaklanır. Beşerin bilinç düzeyinin değişmesi ve ilerlemesiyle ilgili bir konu değildir. Ama islami yönetim, had ve diyetler gibi sosyal hükümlere gelince, bunların güncelleşmeye ihtiyacı var. İslam dininin son din olmasının sebebi, bu dinin hükümlerinin sonsuza dek geçerli olması değil, beşerin, ilahi dinlerin gönderilmesine olan ihtiyacının kalkmasıdır. İslam dini, hükümleri keşfetme noktasında insana yeterlilik kazandırıncaya kadar beşerin elinden tutar, en güzel şekliyle kılavuzluk edebilir. Hatemiyetin anlamı da budur! Lütfen bu bağlamda uygun cevaplar içeren kaynaklar varsa beni aydınlatınız.
Kısa Cevap
Birkaç noktaya dikkat etmek faydalı olabilir:
1. Peygamberliğin son bulması ve buna tabi olarak İslam dininin son din olması, Ahzab Sûresinin 40. âyetinde belirtilmiştir ve İslam dininin son din olması vesilesiyle peygamberlik de sona ermiş ve artık peygamberin gelmesi mümkün değildir.
2. Bir açıdan hatemiyetin sırrı şunlara dönmektedir:
a) İslam’ın kâmil olması. Zira ne mesajı getirenin (peygamberin) kendisinden kaynaklanan bir sınırlılığı söz konusudur ne de mesajı alan muhatapların kendilerinden kaynaklanan bir sınırlılığı söz konusudur. Bu nedenle İslam kendi mesajını bütünüyle açıklayabilmiştir.
b) İslam’ın her türlü tahrif ve değiştirilmeden korunmuşluğu.
3. İslam dini sabit ve değişken unsurlardan oluşmuştur. Dinin sabit ve değişken unsurlarının istinbatı (çıkarımı) ve beşerin hidayetiyle ilgili tüm ihtiyaçlarını karşılama, Ehl-i Beyt’in (a.s) temelini atmış olduğu yöntemle mümkün kılınmıştır. Bu metoda içtihat adı verilmektedir. Bu yöntemin işlenilmesi ve (İslam’ın temel kaynağı olan) Kur’an’ın tahriften korunmuşluğu, hatem dininin korunmuşluğunu arkasından getirmektedir.
4. Evrensel unsurların istinbatı ve İslami nizam ve mektebin felsefesine, araştırmacı ve fıkıhsal yöntemle ulaşılır. Fen, sosyal vb. beşeri ilimlerin ilerlemesinin bunda hiçbir etkisi yoktur. Evet! Belli bir döneme ait araçları planlamak noktasında beşeri ilimlere ihtiyaç duyulduğunu kabul ediyoruz. Bu araçları planlamak için beşeri ilimlerdeki ilerlemenin etkisi olabilir. Ama bu, sabit ve evrensel unsurları belli döneme ait geçici unsurlara çevirmek anlamına gelmez. Dikkat edilmesi gerekir ki, İslam’ın toplumsal ve siyasi hükümlerinin büyük bir bölümü evrensel unsurlardan oluşmaktadır.
5. Süruş’un görüşü olarak sunduğunuz şey delilsiz bir iddia olmanın yanı sıra temel ilkeleri açısından ciddi eleştirilerle karşı karşıyadır. Bu görüş, İslam’ın sosyal hükümlerini belli döneme ait geçici unsurlar olarak telakki etmek ve laiklik temeline dayalıdır. Oysa bu görüş İslam hakkında geçersiz bir görüştür.
6. Hatem dininin kendi muhatapları bağlamında bir sınırlılıkla karşılaşmadığını daha önce belirtmiştik. Elbette bu, o dönemdeki bütün halkın, hakikatin tamamını gerektiği gibi idrak edebilir bilgi seviyesine kavuştukları anlamında değil, dinin zuhur ettiği dönemdeki halkın içinde dini birikim ve mirası koruyabilecek kabiliyetin bulunduğu anlamındadır.
Ayrıntılı Cevap
İlk olarak belirtmeliyiz ki:
1. İslam dininin son din oluşu, İslam inancının tartışılmaz konularından sayılmakta ve bu konuda tüm İslam fırkaları ve İslam mezhepleri görüş birliği içindedir. Yüce Allah Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat O, Allah’ın Resulü ve Nebilerin hatemidir/sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[1]
“Hatem” kelimesi, bir şeyi sona erdiren anlamındadır.[2] Aynı şekilde kâğıt vb. şeylerin mühürlenmesi için kullanılan şey anlamına da gelir ve mühürlemek suretiyle, işin son bulması anlamından hareketle “hatem” ismi kullanılmıştır. Hatem kelimesinin anlamlarından biri “yüzük” ise de bu, genellikle mühürlerin nakşını yüzüklerinin üzerine oyarak yüzükler vesilesiyle mektupları mühürlediklerinden dolayıdır.[3] Bu nedenle Resulullah’ın (s.a.a.) son peygamber oluşu, onunla peygamberliğin sona erdiği ve artık ondan sonra “Nübüvvet” diye bir şeyin söz konusu olamayacağı anlamındadır.[4] Bazı İslam âlimleri “Hatem” ve “Hatemiyyet”i şöyle tanımlamışlardır: “el-hatimu men hateme’l-meratibe bi isriha/ Hatem, bütün mertebeleri kat eden bir kimsedir.” Yani son Peygamber, bütün merhaleleri kat etmiş, artık kendisi ve işi bakımından kat edilmeyen herhangi bir merhaleyi geride bırakmamıştır.[5]
2. Öteden beri düşünürler arasında hatemiyet meselesinin sırrı ile ilgili bir çok konu ortaya atılmıştır.[6]
Biz, beşerin fıtrî olarak Allah’a eğilimli olduğuna inanıyoruz. Fakat bu eğilim yeterli değildir. Bilakis hakka eğilimli olan bu fıtrat basiret ışığı ile doğru yola hidayet edilmelidir. Yüce Allah deruni peygamber konumunda olan aklın yanı sıra dıştan peygamberler gönderdi ki bizler için aklın idrak edemediği konuları beyan etsin. Yani bu peygamberler hidayetin aydın yolunu bizlere göstermek için geldiler. Ancak bu peygamberler iki sınır (peygamberlerin vahyi ve hakikati Allah’tan alma ve muhataplarının hakikati idrak edip anlama) ve bir tehlikeyle (dinin istikametini tahrif ve değiştirme tehlikesiyle) yüz yüzeydiler. Bu nedenle her din bir önceki dine oranla bir taraftan kâmil edici, bir diğer taraftan da tashih ediciydi. Bu durum hatem dini olan İslam dinine kadar devam etti. Hatem din için ise ne peygamberinden ne de muhataplarından kaynaklanan bir sınırlama söz konusu değildi. Diğer taraftan tahrif olunma tehlikesinden de bu din korunmuştu. Yani bir taraftan marifetin zirvesinde yer almış bir peygamber gönderilmiş, diğer taraftan da toplumda anlama ve idrak etme ortamı meydana gelmişti. Yani toplumun bazı kesiminde bile olsa yüce ilahi öğretileri o yücelikte algılama ve öğrenme kabiliyeti şekillenmişti.[7] Bu iki sınırlamanın ortadan kalkmasıyla İslam dini, bir kısmı daha önceki dinler tarafından açıklanmış olan mesajını, yani ilahi hidayetini tümüyle açıkladı ve gerçekten kâmil ve hatem dini oldu.
Diğer taraftan hatem dinin tahriften korunmuş olması gereğince İslam dininde bu korunmuşluk iki etkenin ışığında gerçekleşmiştir:
a) Temel kaynağın (Kur’an) tahriften korunması.[8]
b) Bilen kimsenin, kullandığında asıl dinin anlaşılmasını sağlayan bir yöntemin temelinin atılması.[9]
Şehid Mutahharî’nin deyimiyle; İlahi dinler değişmez ve değişken unsurlar olmak üzere iki bölümden oluşmuştur.[10]
İlahi dinlerin değişmez, evrensel, bütün zaman ve mekânı kapsayan unsurları, aslında insanın sabit ve sürekli olan hakikatine yöneliktir. Elbette ilahi dinler insanın değişken boyutunu da dikkate almıştır. İnsanın bu boyutunu dikkate alan hükümler (yani zaman ve mekâna bağlı olan dinî hükümlerden bir kısmı) sabit kalıplar değil, değişken hükümler olarak tecelli etmiştir. Dinin sabit ve değişken unsurları Ehl-i Beyt (a.s) tarafından temeli atılmış olan yönteme başvurularak çıkarılır. (Fıkıh literatüründe) bu yönteme içtihat denilmektedir.[11] İşte bu yolla beşerin hidayetiyle ilgili tüm ihtiyaçlarına olumlu cevap verilebilinir.
Geçmişte fıkhî konuların hacminin az ve hali hazırda fazla olmasının, günümüzde beşerin ihtiyaçlarının çoğalmasından kaynaklandığı açıktır. Ama bu, insanın ihtiyaçlarını temin etmek için, sürekli ve ebedî olan İslam’ın hükümlerini terk etmeyi gerektirmez. Bütün bu gelişme ve ilerlemelerden oluşan soruları cevaplandırmak, peygamberlerin öğretileri ve Masumlar (a.s) tarafından temeli atılmış yöntemin (yani içtihadın) ışığında mümkündür.
Bazı öğrencilere matematiği öğretmek için birkaç matematik öğretmeninin seçildiğini farz ediniz. Bu öğretmenler sırasıyla, bir takım matematik kurallarını söz konusu öğrencilere öğretir ve nihayet sıra en son öğretmene gelir. Bu son öğretmen de, önceden öğretilen kuralların yanı sıra, öğrencilere dört asıl işlemi (toplama, çıkarma, çarpma ve bölme) ve bunlarla ilgili genel kaideleri de öğretir. Örneğin sıfırla çarpılan her sayının sonucu sıfır veya her zaman iki eşit sayının toplamının sonucu, o iki eşit sayının çıkarmasının sonucundan daha büyüktür ve benzer onlarca ve yüzlerce başka kuralları öğretir. Artık bundan sonra öğrencilerin ilerlemeleri ve matematiğin yeni konularını keşfetmeleri bu dört işlemin vesilesiyle gerçekleşir. Açıktır ki öğrencilerin keşfettikleri yeni konulardan olumlu sonuç alabilmeleri için kesinlikle öğretmenin kendilerine öğretmiş oldukları genel kaide ve kurallara riayet etmeleri gerekir. İşte bu durumda son öğretmen işi tamamladı deriz. Diğer taraftan öğrencilerden hiçbirisi, öğretmenin bize öğretmiş olduğu öğretilere ihtiyacımız yok, artık kendimiz matematikle ilgili yeni hükümler keşfederiz deme hakkını kendine veremez. Zira bir taraftan ilerlemenin asıl ölçüsü söz konusu dört işlemdir, diğer taraftan keşfedilen yeni kuralların doğruluğu da bu külli kaidelere dayalıdır.
3. Süruş’un hatemiyetle ilgili savunduğu görüş yeni bir görüş değildir. Ancak o eski olan bir görüşü yeni bir kalıpta sunmuştur. Aslında bu görüş; acaba bir dinin hatemiyeti o dinin nüzul ve nüzulden sonraki zamanın sosyal, bilimsel ve kültürel şartlarıyla irtibatlı mıdır, şeklindeki sorunun cevabı mahiyetindedir. Süruş’un cevabı yeni bir kalıpta İkbal Lahurî’nin bu soruya vermiş olduğu cevabın aynısıdır. İkbal Lahurî bu bağlamda şöyle diyor: “Hatemiyet, toplum belli bir erginliğe kavuşunca dine olan ihtiyaçlarının sona ermesi anlamındadır.”[12] Veya bir öğrencinin öğretmenlik makamına ulaşmasıyla üstada olan ihtiyacının sona ermesi gibi, peygamberin öğretileri de toplum içinde yayılır ve öyle bir hadde varır ki artık toplumun yeni bir peygamber ve yeni öğretilere olan ihtiyacı sona erer anlamındadır.[13]
İkbal Lahurî konuyu şöyle açıklıyor: Varlıklar ilk merhalelerde tekvinî hidayete ihtiyaç duyarlar. Zamanla his, hayal ve düşünme güçleri rüşt eder, yetkinliğe ulaşır ve tekvinî (hidayete olan) ihtiyaçları da azalır. Günümüzdeki beşeriyet de çocukluk devresini geride bıraktı, dolayısıyla vahye olan ihtiyaçları kalmadı.[14] İkbal Lahurî’nin inancına göre hatemiyetin sırrı, beşerin İslam’ın hidayeti ışığında bir döneme varması ve artık o dönemde dine olan ihtiyacı kalmamasındadır.[15]
Marksistler de benzer görüşü paylaşan kimseler arasındadırlar. Yani onlar da sadr-ı İslam ve sonrası dönemin halkının özelliğini İslam dininin hatem dini olma ölçüsünü kabul eder ve şöyle derler: Peygamber (s.a.a) tarafından hatemiyetin ilan edilmesinin nedeni, Peygamber’in (s.a.a) dâhiliği ve yüksek yeteneğiyle beşerin yeni bir marifete ulaşarak din ve dindarlığın ortadan kalkacağını anlamış olmasıydı.[16]
4. Bu tür görüşler hakkında Şehid Mutahharî’nin eleştirilerinin haklı olduğu açıktır. Yani bu açıklamaya göre risaletin hatemiyeti değil, din ve diyanetin hatemiyeti söz konusudur. Ayrıca eğer Süruş’un söylediği görüşü kabul edilecek olsa ve hatemiyetin sırrı onun dediği şekilde olsa öncelikle toplumun çoğunluğunun gün geçtikçe İslam’a ilgi göstermemeleri, ona yönelmemeleri gerekirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir.[17]
İkinci olarak dinin tanımı,[18] dinin işlevi,[19] enbiyaların gönderiliş hedefi,[20] dinin kapsayıcı oluşu,[21] dinin toplumsal hayatın farklı alanlarına müdahalesi,[22] kişisel ve toplumsal konuların hepsine cevap verme konumunda olması vb.[23] bütün konuları bu söylemle uyum sağlayacak şekilde değiştirmek gerekir. Örneğin tarihi karinelerin, Kur’an’ın, rivayetlerin ve aklî şahitlerin tersine enbiyaların gönderiliş hedefinin yalnızca ahiretle ilgili olduğunu kabul edip toplumun idare işleriyle alakalı olmadığını kabul etmeli ve sekülarizme inanmalıyız, dinin evrensel ve kâmil olduğunu inkâr etmeliyiz. Ya da İslam’ın hükümlerinin geçici olduğunu kabul edip şöyle demeliyiz: Beşeri bilgilerin gelişmesiyle hükümler de değişir. “Şeriat’ın daralma (kabz) ve açılma (bast) teorisi”ne inanmak gerekir…[24] Oysa kendi yerinde bu görüşler köklü şekilde eleştirilmiştir.[25]
Dolayısıyla hatem dininin, muhatapları tarafından bir sınırlamayla yüz yüze kalmaması, halkın hepsinin hakikatlerin tamamını gerektiği gibi algılayıp idrak edebildikleri anlamında değil, belki dinin zuhur zamanındaki halkın geneli içinde dinî mirası koruyabilme kabiliyetinin olduğu anlamındadır. Başka bir ifadeyle hatem dini, dinin zuhuru ve sonrası dönemindeki halkın sosyal, kültürel ve bilimsel şartlarıyla irtibatlıdır. Yani dinin bekası ve korunması için o zamanın halkı içinde dinin özüne varıp başkalarının ihtiyarına sunabilen bazı kimselerin varlığını gösterir.
5. Daha önce açıklandığı gibi İslam dini değişmez (evrensel) ve değişken (belli döneme ait) olmak üzere iki çeşit unsura sahiptir. Bilimlere olan ihtiyacımız araçları planlamak noktasındadır. Bu araçları planlamada beşeri ilimlerdeki ilerlemenin etkisi olabilir. Ama bu, sabit ve evrensel unsurları belli döneme ait geçici unsurlara çevirmek anlamına gelmez. Dikkat edilmesi gerekir ki İslam’ın içtimai ve siyasi hükümlerinin büyük bir bölümü evrensel unsurlardan oluşmaktadır.
İslam dini sabit ve değişken unsurlardan oluşmuştur. Dinin sabit ve değişken unsurlarının istinbatı (çıkarımı) ve beşerin hidayetiyle ilgili tüm ihtiyaçlarının karşılanması, Ehl-i Beyt’in (a.s) temelini atmış olduğu yöntemle mümkün kılınmıştır. Bu metoda içtihat adı verilmektedir. Bu yöntemin işlenilmesi ve (İslam’ın temel kaynağı olan) Kur’an’ın tahriften korunmuşluğu, hatem dininin korunmuşluğunu arkasından getirmektedir.[26] Güncelleştirilmesi gereken şey sabit ve değişmeyen unsurlar değil, araçlardır. Elbette dikkat edilmelidir ki sabit unsurlar ibadi hükümlerle sınırlı değildir, içtimai ve İslam’ın siyasi hükümlerini de kapsar; yani İslam’ın içtimai ve siyasi hükümlerinin hepsi belli döneme ait unsurlar şeklinde değildir. Bunların arasında birçok sabit unsurlar da vardır. Bu unsurların istinbatıyla iktisat, siyaset ve hukuk gibi bazı özel alanlarda İslam’ın felsefesine, düzenine ve ekolüne ulaşılabilinir.[27]
[1] Ahzap, 40.
[2] Mecmeu’l-Bahreyn, c. 6, s. 53.
[3] Bkz. Tefsir-i Numûne, c. 17, s. 339; el-Mizan (Farsça tercümesi), c. 16, s. 487; Misbah Yezdî, Amuzeşi Akait, (tek ciltli), İntişarat-ı Beynelmilel, s. 288.
[4] el-Mizan (Farsça tercümesi), c. 16, s. 487.
[5] Şehid Mutahharî, Hatemiyet, s. 70.
[6] Örneğin Şirazlı Molla Sadra, Mukaddes İslam dininin son bulması noktasında gerekçe olarak beşer aklının kemale ermesini göstermiştir. (Şerh-i Molla Sadra Şirazî ber Usul-i Kâfi, s. 110) Cevahir sahibi bu görüşü eleştirerek şöyle diyor: Mukaddes İslam dininin hatem dini olmasının sırrı onun evrensel, kapsamlı ve bütün değişim ve dönüşümlerle uyum içinde olmasıdır. (Mecme-i Resail, s. 9-10)
[7] Hadi Tahranî, Mehdi, Baverha ve Porseşha, s. 41.
[8] Daha fazla bilgi edinmek için bkz. A.g.e.
[9] Daha fazla bilgi için bkz. A.g.e.
[10] Mutahharî, Murtaza, Hatemiyet, s. 144-145.
[11] Baverha ve Porseşha, s. 86-87.
[12] Rişe der ab est, Kiyan dergisi, Sayı 29, s. 5, Baverha ve Porseşha kitabından alıntı, s. 36.
[13] Rişe der ab est, s. 13-14 (özet).
[14] Nasırî, Abdullah, İntizar-ı Beşer ez Din, s. 106.
[15] Baverha ve Porseşha, s. 35.
[16] A.g.e., 86-87.
[17] A.g.e., s. 34.
[18] Misbah Yezdî, Muhammet Taki, Amuzeş-i Akait, s. 11-12.
[19] Enbiyaların gönderiliş hedefi, insanı bireysel ve toplumsal boyutta kemale erdirmektir.
[20] Bkz. 1. Hüsrev Penah, Abdulhüseyin, Kalemruyi Din; Gostere-i Şeriat; İntizar-ı Beşer ez Din. 2. Rabbani Gulpeyganî, Ali, Mebani-i Kelami-i İçtihad. 3. Hadevi Tahranî, Mehdi, Camiiyet ve Kemal-i Din.
[21] Bkz. Nasiri, İntizar-ı Beşer ez Din, s. 222-305 ve 308-349.
[22] Mevcut durumu külli usul ve kaidelere tatbik etme yöntemi anlamında olan içtihat ve istinbat İslam dininin has özelliklerindendir. Bu yöntem hiçbir konunun cevapsız kalmasına için vermez. Velayî, Ferheng-i Teşrihi Istılahatı Usul, s. 17-23.
[23] Bkz. Baverha ve Porseşha, s. 123-170.
[24] Din, dünya maslahatını daimi hayat ve uhrevî kemale uygun düşecek şekilde temin edecek özel bir yöntemdir. (Dolayısıyla şeriatte yaşam şeklini ihtiyaç duyulan miktarda aydınlatacak kanunların bulunması zorunludur.) el-Mizan (Farsça tercümesi), c. 2, s. 187.
[25] Daha fazla bilgi için “Baverha ve Porseşha” adlı eser okunabilir.
[26] Mebani-i Kelami-i İçtihat, s. 383–405; Hadevi Tahranî, Mehdi, Mektep ve Nizam-ı İktisadiyi İslam, s. 21-44.
[27] Daha fazla bilgi için bkz. 1. Hadevi Tahranî, Mehdi, Mektep ve Nizam-ı İktisadiyi İslam. 2. Hadevi Tahranî, Mehdi, Kazavet der İslam.