Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun, Efendimiz, Nebimiz Ebû’l Kâsım Muhammed’e ve onun pak, masum ve necip Ehl-i Beyt’ine salat ve selam olsun.
Burayı şereflendiren seçkin konuklarımıza, ülkemizin saygıdeğer yetkililere ve değerli misafirlerimize hoş geldiniz diyorum. Bugün büyük bir bayram, nurlu ve mübarek bir gündür. Peygamber Efendimizin (saa) ve İmam Sadık’ın (as) mübarek doğum günleridir.
Açıkçası benim gibi bir kulun, benim gibi aciz birilerinin bu yüce şahsiyetin büyüklüğünü anlatmaya gücü yetmez, kelimeleri eksik kalır. Bendeniz bu faziletlerle dolu kitaptan sadece bir kaç cümleyi kısaca beyan etmek istiyorum. Bu varlık âleminin parlayan güneşinin tüm insanlık üzerinde hakkı vardır ve bendeniz bunu dile getirmek istiyorum. Beşeriyetin bütün fertleri, aziz İslam dinine inansınlar veyahut inanmasınlar, kelimenin tam anlamıyla bu yüce peygambere ve bu büyük dine borçludurlar. Peki, neden? Bu yüce hak ve doğruluğun tüm insanlığın boynunda hakkı oluşunun sebebi nedir? Bu şu sebeptendir; Yüce Peygamber beşeriyetin tüm dertlerinin tedavisini yine insanlara sunmaktadır. Bu bir hakikattir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
کِتابٌ اَنزَلنَاهُ اِلَیکَ لِتُخرِجَ النّاسَ مِنَ الظُّلُماتِ اِلَى النّور
“…bu, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarman için sana indirilmiş bir kitaptır…”[1]
Peki, karanlık nedir? Karanlık, beşeriyet tarihinde, yaşamları boyunca insanların hayatlarını karartan, bu hayatı zehre bulayan, acıya çeviren şeydir. Bunlar karanlıktır. Cehalet karanlıktır, yoksulluk karanlıktır, zulüm karanlıktır, ayrımcılık karanlıktır, şehvette boğulmak karanlıktır, ahlakî yozlaşma karanlıktır, toplumsal tahribat karanlıktır, bunların tamamı karanlıktır. Tüm bunlar insanoğluna tarih boyunca acı çektiren karanlıklardır. İmansızlık karanlıktır, hedefsizlik karanlıktır, bunlar insanlığın derinden kanayan dertleridir.
Peygamber Efendimiz (saa) tüm bu dertlerin reçetesini hem bilimsel ve teorik hem de pratik ve amelî olarak insanlığa sunmuştur. Eğer bu dertlerden kurtulmak istiyorsanız ilacı bunlardır. Peygamberin şeriatı ve Kur’ânî bilgi beşeriyetin dertlerinin ilacıdır; bunu İslam Peygamberi insanlığa sunmuştur. Zira Müminlerin Emiri İmam Ali (as) Peygamber Efendimiz hakkında şöyle buyurmaktalar:
طَبیبٌ دَوّارٌ بِطِبِّهِ قَد اَحکَمَ مَراهِمَهُ وَ اَحمىٰ مَواسِمَه
“Hem yaralar için mükemmel merhemi sağladı hem yarayı dağlayan bir tabip oldu.”
Eskiden iyileşmeyen yarayı kızgın demirle dağlarlardı. Bu yetenekli ve usta doktor her ikisine de sahipti. Hem merheme sahipti hem de kızgın dağa; bunları Kur’an insanlığa sundu. Eğer güzel yaşamak istiyorsanız bu şekilde amel ediniz.
Entelektüel âlemin mantığında, insanların birbirleri üzerinde sahip olduğu hakların en üstünü yaşama hakkıdır. Örneğin ‘falancanın benim üzerimde hakkı var’ demek istediklerinde aslında abartarak ‘benim bu adama can borcum var!’ derler. Can borcu ne demek? Yani mesela siz denizde boğulurken gelip sizi kurtardı veya yıkılan evin altında kaldınız ve enkazdan o sizi kurtardı, yani bu maddî hayatınızı kaybederken o sizin canınızı kurtardı; işte bu hayat hakkıdır ve bu tüm hakların da üzerindedir.
İnsan toplum içerisinde bu konuyu inceleyip araştırdığında; bunun en büyük hak olduğunu görmekte ve buna yaşam hakkı demektedir. Ancak bize tekrar hediye edilen bu hayat daha ne kadar devam edebilir? Hem sınırlı hem eksik ve hem de savunmasız; belki de yarın bu bir kalp kriziyle, bir kanser ile veya herhangi bir hastalıkla bu can tekrar uçup gidecektir. Allah-u Teâla şöyle buyurmaktalar:
یا اَیُّهَا الَّذینَ ءامَنُوا استَجیبوا لِلّٰهِ وَ لِلرَّسولِ اِذا دَعاکُم لِما یُحییکُم
“Ey inananlar, Allah ve Resulü sizi diriltecek ve size can verecek şeylere çağırdığı zaman icabet edin…”[2]
Hayatı size peygamber verecektir. Yalnız bu can, o can değil; bu, dünya saadetini temin eden, gönlünüzü abat eden, ruhunuzu aydınlatan ve hem de hayatınıza tat katan aynı zamanda sürekliliği olan bir hayattır. Bu hayat bitebilecek bir hayat değil, savunmasız değil, ebedidir. İslam’ın, dinin ve Hz. Peygamberin insanlığa bahşettiği bu hayat, bizi boğulmaktan veya yıkıntılar altından kurtarmakla verilen hayattan binlerce kat daha önemlidir. İnsanlık üzerinde Peygamberin hakkı var demek bunlardır. Budur peygamberin hakkı. Bizler Hz. Peygamber’e karşı borçluyuz.
Evet, gayrimüslimler gibi bir kısım peygamberin dini hakkında bilgi edinmeye nasiplenemediler. Yani dini eda etmeleri yolu onlara kapalıydı. Elbette, Allah-u Teâla’nın bunlara ne yapacağı konusu şimdilik bizim konumuz değil lakin her hâlükârda onlar dini eda edemiyorlar. Ancak İslam dinine iman etmiş müminler dinlerini yaşayabiliyorlar ve yolu da onlara gösterilmiştir:
وَ جاهِدوا فِی اللَهِ حَقَّ جِهادِهِ هُوَ اجتَباکُم وَ ما جَعَلَ عَلَیکُم فِی الدّینِ مِن حَرَجٍ مِلَّةَ اَبیکُم اِبراهیمَ هُوَ سَمّاکُمُ المُسلِمین
“Allah için O’nun uğrunda hakkıyla cihat edin! O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dininde olduğu gibi O (Allah) bundan daha önce de, bunda sizi “Müslümanlar” olarak isimlendirdi…”[3]
Burada sözü geçen “Allah yolunda cihat” Allah’a karşı teslimiyet ve dinin emirlerine uymaktır. Eğer peygamberin hakkını eda etmek istiyorsak yolu budur: hakkıyla Allah yolunda cihat etmek. Cihadın anlamı sadece kılıç sallamak, silah vb. gibi aletleri kullanmak değildir. Cihat tüm meydanlarda yapılandır; cihat ilim meydanında, siyaset meydanında, bilim meydanında, ahlak meydanında ki bizim de en çok ihtiyacımız olan cihat budur. Hepimizin ahlaka ihtiyacı var, ilme ihtiyacı var cihat etmeliyiz ve edebiliriz. Eğer biz bu ilâhî emre uyarsak, o zaman yüce peygamberin üzerimizdeki hakkını en azından gücümüzün yettiği kadarınca eda ettik diyebiliriz. Biz İslam yolunda mutlaka cihat etmeliyiz.
Bugün İslam’a karşı düşmanlıkları her zamankinden daha da aşikârdır. Geçmişte de düşmanlıkları vardı ama bugün daha açık ve net bir şekilde yapmaktalar. Cahilce örneklerinden bir tanesi Kur’an’a karşı yapılan saygısızlıklarıdır. Cahil ve aptal birisinin yaptığını görüyorsunuz, bir devlet de onu himaye ediyor. Bu saygısızlık sahnesi, bu konu aslında sırf Kur’an’a karşı yapılan bir saygısızlıktan ibaret olmadığını göstermekte. Bu olaya değinmem; çirkin işi yapan o cahil insanı dile getirmek değil; o, perde arkasındaki unsurların amaçlarını gerçekleştirmek için kendisini en ağır cezalara, ölüme mahkûm eder. Benim onunla hiçbir işim olamaz. Konu perde arkasındaki unsurlardır. Bu tür projeleri, cinayetleri ve bu nefret söylemlerini planlayanlardır. Bunlar bu tür eylemleriyle Kur’an’ı zayıf düşüreceklerini zannediyorlar. Yanılıyorlar. Ancak kendilerini yıpratırlar. Gerçek yüzlerini ortaya çıkarırlar.
Kur’an hikmet kitabıdır, bir ilim kitabıdır, bir insan eğitme kitabıdır. Kuran’a düşmanlık güden kimse ilme, akla, insanlığın gelişimine düşmanlık güder. Kur’an zulme karşıdır, Kur’an insanları zulme karşı çıkmaya teşvik eder:
لا تَظلِمونَ وَ لا تُظلَمون
“…ne haksızlık ediniz ne de haksızlığa uğrayınız…”[4]
Kur’an insanların uyanmasını sağlar. Kur’an’a karşı düşmanlık güdenler aslında insanların uyanmasına karşı gelenlerdir, zulüm karşısında duranlara karşı olanlardır. Bu yaptıklarıyla ancak kendilerini rezil rüsva ederler. Kur’an günbegün daha da anlaşılmaktadır. Bu nur dünyada her geçen gün daha da açığa çıkmaktadır ve daha da çıkacaktır hem de eskisinden daha fazla.
Elbette ki Kur’an yozlaşmış düzenler için büyük bir tehdit oluşturmaktadır, değindiğimiz gibi hem zulmü kınıyoruz ve hem de zulüm karşısında susup kendisine zulmü reva göreni kınıyoruz. Bu, zalim güçler için bir tehlikedir; evet, Kur’an bunlara karşı tehlike arz etmektedir, onlar için büyük bir tehdittir. İfade özgürlüğü bahanesi adı altında eylemlerini gerçekleştirenler, tekrarlı yalan yanlış sözlere başvuranlar da dünya halkları karşısında kendilerini rezil duruma düşürmekteler. Kur’an’a hakaret edilen ülkeler, Siyonist sembollere karşı hakaret edilmesine de izin verirler mi acaba? Tüm bu yapılanların zalim, gasıp, cani ve yağmacı Siyonistler tarafından tezgâhlandığını artık bundan daha güzel hangi dille ispatlayabiliriz. Bu hem gasp edilmiş o topraklarda yaşayanlar için geçerli hem de diğer yerlerde yaşayanlar için. Evet, bu birkaç cümle aziz İslam Peygamberine dairdi.
Bu haftanın ve özellikle bu toplantının odak noktası, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliktir. Müslümanlar arasında vahdet konusu hakkında çok konuşuldu; bizler bazı konulara değindik, başkaları farklı konulara sonuçta herkes bir şeylere değindi. Bendeniz bugün yalnızca kısa bir noktaya değinmek istiyorum: Birlik ve beraberliğin düşmanı kimdir? Bunun üzerinde biraz duralım isterseniz. Müslümanların birlikteliği kimin zararınadır? Bunun üzerinde biraz düşünelim. Müslüman birliğinin düşmanları; İslam devletleri birlik ve beraberlik içinde olursa zarar görecek olanlardır, müdahale edemeyecek, el uzatamayacak, yağmalayamayacak ve sorun yaşayacak olanlardır. Müslüman birliğinin düşmanları bunlardır. Tabi ki İslam ülkeleri oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. Ben sadece kendi civar bölgemiz için, Batı Asya ve Afrika’nın kuzeyi olan bu sınırlı bölgeler için söylüyorum. Eğer bu bölgenin ülkeleri bir olursa, hiçbir uluslararası güç zorbalık yapamaz, hırsızlık yapamaz, ülkelerin iç ve dış işlerine müdahale edemez? Peki, hangi güç bu? Amerika; zaten belli.
İran gibi, Irak gibi, Suriye gibi, Lübnan gibi, Körfez ülkeleri gibi, Suudi Arabistan gibi, Mısır gibi, Ürdün gibi ülkeler temel ve genel politikalarda tek bir politika üzere hareket ederse, bu ülkelerin iç ve dış siyasetlerine şu anda karışanlar artık karışamazlar. Şu an Amerika ekonomik darbe ve yaptırımlar uyguluyor, siyasî darbeler yapıyor, Suriye’nin petrolünü çalıyor, kana susamış zalim ve vahşi IŞİD’i kamplarında tutarak tekrar ihtiyaç duyacağı günde sahaya sürmek ve o tarafa bu tarafa saldırması için saklayıp koruyor. Bölge devletlerine ‘şunu yapın, bunu yapmayın!’ diyerek dış siyasetlerine müdahale ediyor hatta bazı ülkelerin iç siyasetlerine de karışıyor. Eğer hepimiz bir olup tek bir çizgide hareket edersek Amerika bunları asla yapamaz, cesaret edip bu meydana giremez. Bu konu üzerinde düşünülmeli; devlet başkanlarının, siyasetçilerin, elitlerin, uzmanların bu konuyu düşünmesi ve faydalarını tartması gerekiyor. Elbette hiçbir ülke kendi meselelerine, siyasetine, politikalarına yabancı bir gücün karışmasını istemez; bu açıkça biliniyor ama çaresizlikten boyun eğiyorlar. Neden? Çünkü yalnızlar, bir başlarınalar. Eğer el ele verirlerse, hükümetler birbirlerine destek olurlarsa, bir arada olunursa ve birbirlerine eşlik ederlerse; Amerika gibi güçlerin müdahalesini, burunlarını sokmasını önleyebilir ve engel olabilirler. Bu mümkün.
Tabi ki şurası net, biz hiç kimseyi savaşa ve askerî harekâta teşvik etmiyoruz; hatta kaçınıyoruz. Ama ben Amerika’nın savaş çığırtkanlığına karşı bir olalım diyorum. Çünkü onlar savaş çığırtkanlığı yapıyor. Bu bölgedeki tüm karışıklıklarda istisnasız dış güçlerin etkisi var. Birkaç yıldır yaşadığımız bu sınır bölgelerindeki karışıklıklar ve benzeri olayların kendiliğinden çıkmasının mümkünatı yok. Tahrik ettiler, girdiler, para harcadılar, şer odaklı grupları zavallı suçsuz sivil halkın üzerine saldılar. Ülkelerin üreten beyinlerinin, ülkelerin siyasetçilerinin, ülke başkanlarının bu konu üzerinde gerçekten düşünmesi gerekiyor. Bu konu, tüm bu ülkeler için önem arz eden hayati bir konudur. Hiçbir ülke birlik ve beraberlikten bir şey kaybetmez hatta tam aksine birçok kazanım elde eder.
Evet, Siyonist rejim konusu da ayrı bir konudur. Zira bu konu da bölgenin önemli konularından birisidir. Biz Amerika için konuştuk. Siyonist rejim de nefret ve öfkeyle dolup taşmakta. Sadece bize karşı değil tabi, gerçi biz de pek önemsemiyoruz. Onların kinine alıştık artık. İslam Cumhuriyeti için kin ve öfkesi apaçık ortada. Ama bu kin ve öfke artık diğer ülkeler için de geçerli. Siyonist rejimin komşu ülkelerinden de memnun olduğu söylenemez; hayır artık, onlar Mısır’dan da nefret ediyor, Suriye’den de nefret ediyor, Irak’tan da nefret ediyor. Neden? Zira onların hedefi “Nil’den Fırat’a” kadardı ki bunu da başaramadılar. Onlar kin ve nefretle dolup taşmaktalar. Kur’an-ı Kerim buyurmakta:
قُل موتوا بِغَیظِکُم
“De ki: Öfkenizle geberin!”[5]
Evet, öfkelenin ve öfkenizden geberin. Nitekim bu böyle de olacak. Ölüyorlar. Allah’ın izniyle de öfkelerinden geberecekler. Siyonist rejim için bu muhakkaktır. Dolayısıyla ‘vahdet’ meselesinin burada da oldukça önemli etkisi var.
Bugün Filistin İslam âleminin birinci meselesidir. Elbette bu onlarca yıldır böyle. Bugüne özel bir durum değil. Yıllardan beri Filistin meselesi kelimenin tam anlamıyla İslam dünyasının birinci meselesi olmuştur. Bir milleti kendi evlerinden kovdular, haklarını gasp ettiler, ele geçirdiler, binlercesini öldürdüler, işkenceler ettiler, hapishanelerinde çürüttüler, evsiz barksız bıraktılar; bu küçük bir şey değil. Dünyanın birinci sorunu Filistin sorunudur.
Siyonist rejimle ilişkilerini normalleştirmek için kumar masasına oturan hükümetler, kesinlikle hata yapıyorlar. Bu İslam Cumhuriyeti’nin kesin görüşüdür. Zarar edecekler ve bu oyunu kaybedecekler. Avrupalıların da dediği gibi yanlış ata oynuyorlar. Bugün Siyonist rejim kendisine arka verilecek bir konumda değil. Bu hatayı yapmamaları gerek. Bu gasıp rejim gitmeye mahkûmdur. Bugün Filistin direnişi bu yetmiş-seksen yılda her zamankinden daha dik. Gördüğünüz gibi bugün Filistin gençliği ve Filistin hareketi, gasp ve yağma karşıtı, zulüm karşıtı, siyonizm karşıtı hareket her zamankinden daha enerjik ve daha hazır. Ve Allah’ın izniyle bu hareket sonuca ulaşacaktır. Merhum İmam Humeynî’nin (ra) gasıp rejimi ‘kanser hücresine’ benzetmesi gibi Allah’ın izniyle bu kanserli hücre Filistin halkının ve direniş güçlerinin eliyle tüm bölgeden kökünden sökülüp atılacaktır.
Ümidimiz Rabbimizin İslam ümmetine eşsiz, doğal yeteneklerini değerlendirebilmesi ve kullanabilmesi için izzet, yücelik ve şeref inayet eder.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Ayetullah Seyyid Ali Hamaneî
03 Ekim 2023
Tahran / İran
[1] İbrahim / 1
[2] Enfal / 24
[3] Hac / 78
[4] Bakara / 279
[5] Âli İmran / 119