Ayetullah Hamaneî’nin Besiclere Konuşması | 2023

Ayetullah Hamaneî’nin Besiclere Konuşması | 2023

Ayetullah Seyyid Ali Hamaneî’nin ‘Besic Haftası’[1]münasebetiyle tertiplenen toplantıda konuşmaları. (29 Kasım 2023)[2]

 
بسم الله الرّحمن الرّحیم

Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

 

Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun, Efendimiz, Nebimiz Ebû’l Kâsım Muhammed’e ve onun pak, masum ve necip Ehl-i Beyt’ine salat ve selam olsun.

Siz kıymetli kardeşlerime, bacılarıma, değerli besiclerimize hoş geldiniz diyorum. Aynı zamanda farklı şehirlerde bir araya gelip bizleri izleyen ve bizlerin de onları burada ekranlardan izlediğimiz azizlerimize de hoş geldiniz diyorum.

Besic hakkında, konuşulacak çok şey var. Ama özetlersek İmam Humeynî’nin ülkemize emanet ettiği kıymetli bir yadigârdır. İmam Besic’i yaratan ve Besic’in babasıdır; aynı zamanda, o büyük insan ‘Besic olduğum için iftihar ediyorum’[3] demiştir. Bu Besic’in yüceliğini gösteriyor. Dilerseniz İmam’ın buyruklarından Besic’e dair birkaç nokta arz edeyim.

Birinci nokta, Besic’in mantığı ülkeyi tehditler ve tehlikelere karşı mümkün olduğu kadar güçlü kılmaktır; Besic’in mantığı budur. İmam (ra) ileri görüşüyle, ülkeyi, milleti ve devrimi yenilmez kılmak için kitlesel bir halk gücüne acil ihtiyaç olduğunu, çünkü devrimin halka ait olduğunu, ülkenin halka ait olduğunu biliyordu; ülkeyi ve devrimi, diğer tüm faktör ve tüm unsurlardan daha iyi savunabilecek olan halktı; İmam bunu ‘Besic’ olarak tanımladı. Besic’in mantığı budur. Dolayısıyla Besic, ülkenin her türlü tehlikeye, her türlü tehdide karşı direniş olasılığını en üst düzeye çıkarmaktır; Besic’in varoluştaki temel mantığı budur, bugün de aynı mantık devam etmekte ve bu güncelliğini muhafaza etmektedir. Bugün dahi Besic bir zaruriyettir. Oldukça detaylı olmasına rağmen kısaca bilgi vereceğim. Ulusal kimliğin, ülkenin güvenliğinin ve halkın çıkarlarının her yönüyle maddî ve manevi ôlarak savunulması için Besic bir gereksinimdir. Bu kırk yılı aşkın zaman bizlere İmam’ın öngörüsünün ve yerinde hamlesinin ne denli doğru olduğunu gösteriyor.

Azizlerim! Bu ülkede Besic’in varlığının ülke açısından belirleyici rol oynadığı bir dönem vardı; bunun bir örneği de mukaddes savunma savaşıydı.[4] Kesinlikle halk besic olmasaydı, onların seferberliği olmasaydı bu mukaddes savunmanın sonucu, şimdikinden çok farklı bir durumda olurdu. Kutsal savunmanın hikâyesi, bu ülkenin bir halk iktidarı olduğunu besic olarak, seferber olarak devasa bir eylem şeklinde göstermesidir. Buna benzer daha nice konular oldu ama çok fazla detaya girmek istemiyorum.

Sonraki nokta ise İmam-ı Râhil’in Besic hakkında farklı tanımlamaları olmasıdır. Bunu size anlatmak için de iki tanımı seçtim. İmam bir yerde şöyle diyor: “Besic Allah’ın ihlas ordusudur”[5]; Allah’ın ihlas ve içten, samimi ordusu! Lütfen kelimelere dikkat buyurun. Başka bir yerde İmam şöyle buyuruyor: “Besic bir aşk okuludur.”[6] Peki, şimdi bu iki tanımı bir araya getirelim. “Allah’ın ihlas ordusu” bu Besic’in savaşçı olduğunu gösteriyor; ordu savaş içindir, mübareze içindir. “Savaşçı olmak” ne anlama geliyor? Maddî ve manevî güce sahip olmak, zihinsel irade ve cesarete sahip olmak, savaş stratejisini ve taktiklerini bilmek demektir. Bunun örneği Emirû’l Mü'minin Ali’dir (as); Amr ibn Abdûved ile yüzleşirken hem fiziksel gücünü, cesaretini ve korkusuzluğunu hem de savaş hilesini gösteriyor. Amr ibn Abdûved’a “Sen ve ben savaşıyoruz, bunlar da kim?” diyor. ibn Abdûved arkasına bakıca Hazret ona vuruyor; bu bir savaş hilesidir, bir savaş stratejisidir. Yani “savaşçı olmak” maddî güç, manevî güç ve düşünsel yetiye sahip olmak demektir. “Allah’ın samimi ordusu”; peki, bu ne anlama geliyor? Bu, devasa gücün kişisel güçlenme için olmadığı anlamına geliyor. Dünya orduları ne için kullanılıyor? Ne şekilde savaşıyorlar? Besic Allah için ve içtenlikle savaşıyor. O’na aidiyet duygusuyla. İşte bu Besic’in savaş metodudur. Gücünü böyle gösterir. “eşiddâu”[7] yani kâfirlere karşı katılık örneğini açığa vurur.

Öte yandan aşk okuludur. Besic âşıktır, delicesine âşıktır ama bu aşk amaçsız, yanlış yönlendirilmiş şehvet düşkünü bir aşk değildir; Bu aşk bir okul niteliğindedir. Onun niteliği yönlü ve düzenlidir; peki, bu ne demektir? Yani Allah’a olan aşk, maneviyata olan aşk, halka olan aşk, baş koyulmuş yola olan aşk. Gittiği yöne aşkla, şevkle hareket eder. ‘aşk okulu’ işte budur. Dikkat edin Besic âşıktır demiyor, aşk okuludur diyor. Aşkı öğretiyor..

Aslında bu açıklamalar ne bir söz ne de yalnızca bir düşüncedir; hem savaş meydanında hem de aşk sahasında bunlara sahip olmanın gerçekliğini herkes gördü. Besic’in neler yapabildiğini hepimiz müşahede ettik. Savaş meydanlarında on binlerce samimi ve çoğu zaman isimsiz Besic savaşçısı büyük işlere imza attı, belirleyici roller üstlendi. Azizlerim! Belki bir çoklarınız savaş dönemini hatırlamazsınız ama bazen o dönemine ait eserler yayınlanıyor; bunları okuyun, bakın neler yapmışlar, nasıl o günleri geçirmişler, hangi niyetlere sahipmişler, hangi kararlılıkla hareket etmişler, nasıl ülkenin kaderinde belirleyici roller üstlenmişler. Elbette Besic’in zirve noktaları da olmuştur; Süleymânî gibi, Seyyâd Şirâzî gibi, Himmet gibi, Bâbâî gibi, Şehit Hamedânî gibi yüzlerce örneği olan bu çehreleri diğer milletlerde müşahede etmek oldukça zordur; o ihlası, o serdengeçliği ve o cesareti bulmak zordur. Burası savaş meydanıydı; bunu herkes gördü, herkesin gözü oradaydı. (mukaddes savunmada) Besic’in neler yaptığını görebilirsiniz; bunu yakından görenler oldu; siz belki bunları yakından görmediniz ama bunun emsallerini (teröristlere karşı, DAEŞ’e karşı Suriye’de, Irak’ta kutsal türbelerin savunmasında) gördünüz; Besic’in diğer mücadeleleri de gördünüz. Aşk Meydanı, yani Besic’in tüm sahnelerde, kamu hizmetlerinde; yapılanma sahnesinde, sağlık sahnesinde, doğal afetlerde, bilim ve araştırma sahnelerinin hepsinde varlar. Şu anda şehadet yıldönümünde olduğumuz Şehit Fahrizâde[8] bir besic idi. Merhum Kâzım Âştiyânî[9] bir besic idi; bilim alanında ülkedeki bilginin sınırlarını zorladılar; bilim ve bilgi alanında onlardan bazıları uluslararası sınırları aştı. Oldukça önemli çalışmalar yapıldı. Dolayısıyla Merhum İmam’ın “Allah’ın İhlaslı Ordusu” ve “Aşk Okulu” dediğini, eylem alanında, sahada örneklerini açık ve net bir şekilde gördüğünü hepimiz gördük.

Üçüncü nokta: Besic bir organizasyondan çok daha fazlasıdır, bir kültürdür, bir düşünce biçimidir. Dolayısıyla bu kültürü benimsemiş, bu şekilde hareket etmiş, bu tefekkürü kendine mal etmiş herkes, bu birimin içinde olmasa dahi Besictir. Peki, bu kültür nedir? Besic kültürü; halkçı olmak, bağlı olmak, kendini sorumlu hissetmek, ülkenin güncel sorunlarına kayıtsız kalmamak ve ülkenin geleceğinde etkili olabilmektir; Besicî kültür devrimci olmaktır, devrimin kıymetini bilmektir, devrimin manasını bilmektir; Besicî kültürü kanunlara aykırı hareket etmemek, düzeni bozmamak, normları çiğnememek; bunlar Besicî kültürüdür. Besic olan kimse bir konuya, bir olaya, bir kişiye itiraz edebilir; bunda yanlış bir şey yok ama ilkeleri ihlal etmez, düşmanla ortak bir payda buluşmaz.

Besic’in kültürü gösteriş ve vitrin kültürü değildir; eğer Besic bir şeyi vitrine koyuyorsa bu anlamlı ve manalı bir şeydir. Gösterdiği şeyin arkasında bir anlam vardır, bir gerçek vardır. Besicî gösteriş yapmaz; hakiki bir işi ve gerçek bir eylemi yansıtır. Bilemiyorum, Sayın Besic komutanının okuduğu bu rapora dikkat ettiniz mi? Dolu bir içeriğe sahipti;[10] bunlar gerçekler ve yapılmış çalışmalardır.

Besicî kültürü zayıflara merhamet etmek, güç kullanan zalimlere karşı koymaktır, herkese hizmettir; hem de herkese. Sel geldiğinde Besicî diz boyu çamura batarak o su basan evi temizler ama ev sahibine adını, dinini, mezhebini, etnik kökeni ve kim olduğunu sormaz. Onun işi hizmettir. Kim olduğu, ne olduğu önemli değildir ama bu yaptığı çok önemlidir.

Besicî kültürü kibir ve egodan uzaktır. Bu Besicî kültürüdür. İnsanlar, duruma göre bir makam, saygınlık elde ederler; sonra dönüp kendimize bakarız, bizi sayıp seviyorlar, bizim için sloganlar atıyorlar, övüyorlar, önde olmamızı istiyorlar derken bununla övünmeye, gururlanmaya ve kibirlenmeye başlıyoruz sonra kendimizi diğerlerinden üstün tutuyoruz. Bu Besicî kültürüne aykırıdır. İmam Seccad (as) Sahife-yi Seccâdiye’de Mekârimû’l Ahlâk duasında bizlere şunu öğretiyor: "لا تَرفَعنی‌ فِی‌ النّاسِ‌ دَرَجَةً اِلّا حَطَطتَنی عِندَ نَفسی" “Her ne kadar halk arasında makamınız yüksek olsa da, kendi nezdinizde makamınız (bir o kadar) alçak olsun, kibre kapılmayın.”[11]

Besicî kültürü bir borçluluk kültürüdür. İnkılaba, ülkeye, hükümete, halka, komşuya, dosta, tanıdıklara, herkese borçlu olmak ama kendimizi borçlu görmemek bu Besicî kültürü değildir. Besicî alacaklı değildir; kendini sorumlu görür, görev odaklıdır, görevini yerine getirmeye çalışır. Besicî var olan imkânları kendi menfaati için kullanmaz. Besic teşkilatı içinde olan kimse, teşkilatın ona verdiği bu imkânları bir emanet olarak addeder; bu emaneti varlığıyla korur, güvenilirdir.

İşte bunlar bizler için derslerdir. Merhum İmam Besicî olmaktan gurur duyuyordu ve bu tüm saydığımız özellikler kendisinde mevcuttu. Az önce söylediğim şeyler İmam'da somutlaşmıştı: O, kendisini her zaman borçlu görüyordu, kendini her zaman zayıf görüyordu, halkı her zaman kendinden üstün görüyordu; yanına gelip elini öpen gençleri görünce gözyaşlarına hâkim olamazdı, İmam onları kendisinden aziz tutardı. İmam’ı tanıdığımız ve yakından gördüğümüz kadarıyla, yaşantısı bir an dahi kendi kişiliği, unvanı, makamı ve liderliği için harcanmamıştı. Kendisine hizmet edilmesine karşıydı.

Dördüncü ve çok önemli olan bir sonraki nokta ise Besic’in ulusötesi ve sınır ötesi yönüdür; Bu, İmam'ın beyanında da vardır. İmam’ın bunu “küresel direnişin çekirdekleri”[12] olarak yorumladığını fark etmişsinizdir, bu yine o Besic’tir ama bize mal olmuş olan değil onlara ait olan lakin aynı kültürü alan Besic’tir. Bu küresel direniş çekirdeklerinin oluşumu sağlandı; nitekim artık bölgemizde de bunun örneklerini görebiliyorsunuz. Hele sabah olsun bekle bir / bu seher vaktinin meyveleridir.[13] Bölgemizde var olan İmam’ın da buyurduğu ve müjdesini verdiği direniş gruplarının artık bölgenin ne denli kaderini belirlediğini müşahede ediyorsunuz. Aksa Tufanı da bunun en büyük örneklerindendir.

Birkaç yıl önce Lübnan örneğinde Amerikalılar yeni bir Ortadoğu oluşumu aradıklarını söylemişlerdi.[14] “Orta Doğu” yani Batı Asya. Batılılar, Avrupalılar ve onların takipçileri her şeyi Avrupa’ya göre ölçmeyi severler: Avrupa’ya yakın olan Yakın Doğu, ortadaki Ortadoğu, Avrupa’dan uzak olan ise Uzak Doğu; Yani ölçüm ekseni Avrupa’dır. Bu onların yaptığı patavatsızlık idi ve diğerleri de onları örnek alarak dillendirdiler. “Orta Doğu” yani Batı Asya. “Ortadoğu” adını verdikleri bu bölgeyi yeni bir harita ile şekillendirmek istediklerini söylüyorlar; “Yeni Ortadoğu!” bunlar yeni bir siyasî coğrafî harita çizmek istiyorlar. Neye dayanarak? Amerika'nın ihtiyaçlarına ve gayri meşru çıkarlarına dayanmaktadır. Elbette istedikleri ve bekledikleri gerçekleşmedi. Hizbullah’ı yok etmek istiyorlardı; yeni planlarının hedeflerinden biri de Hizbullah’ı yok etmekti. 33 gün süren savaşın ardından Hizbullah on kat daha güçlendi. Yani ben on kat diyerek ihtiyat ediyorum ve bundan daha güçlü olduklarını biliyorum. Irak’ı yutmak istediler ama onu da başaramadılar. Irak’ın hikâyesi de tuhaf bir hikâye. Amerika’nın kararı Irak’ta bir Amerikan hükümetinin kurulmasıydı; nitekim göreve bir Amerikalı generali[15] getirdiler, sonra o generalin işlerinin yolunda gitmediğini görünce onu bir kenara bırakıp, Irak’ın başına Amerikalı bir sivili[16] atadılar; Irak'ın ülke olarak cumhurbaşkanı veya sultanı Amerikalı olmalıydı! Sonra bunun da olmadığını gördüler, bu sefer bir Iraklıyı kendilerine bağımlı bıraktılar[17]; o da olmadı, onunla da ilerleyemediler ve bugüne kadar da böyle oldu. Bugün Irak’taki direnişin çekirdekleri Filistin meselesine müdahil oluyor ve bu durum karşısında Irak hükümeti güçlü bir tavır alıyor; Yani Amerikalıların “Yeni Ortadoğu” dediği şey bugünkünden 180 derece farklı bir hal aldı. Onlar Irak’ı bir anda yutmak istediler ama başaramadılar, olmadı. Suriye'yi ele geçirmek istediler, vekillerini yani “DEAŞ” ve “el-Nusrâ”yı kullanarak Suriye hükümetinin üstüne saldılar. Yaklaşık on yıl boyunca sürekli takviye ettiler, destek verdiler, para verdiler, kolaylıklar sağladılar ama olmadı.

Başarısız oldular; yaratmak istedikleri yeni Ortadoğu konusunda tamamen başarısız oldular. O Ortadoğu'nun bileşenlerinden biri de Filistin meselesini gaspçı rejim lehine bitirmek ve Filistin diye bir şeyin kalmamasını sağlamaktı; daha önce onayladıkları hainlik içeren iki devlet planına kendileri uymadılar; yapamadılar, olmadı. Artık Filistin’in durumunun yirmi yıl öncesinden ne kadar farklı olduğunu görüyorsunuz! Yirmi yıl önce Filistin nasıldı, bugün nasıl? Yirmi yıl önce Hamas nasıldı, bugün nasıl? Evet, bölgenin siyasî coğrafyası köklü bir dönüşümden geçiyor ama Amerika'nın yararına değil, direniş cephesinin yararına. Evet, Batı Asya’nın siyasî coğrafya haritası değişti ama direniş lehine; Direniş kazandı. İmam doğru anlamış, doğru teşhis koymuştu. Direnişin çekirdekleri hareketin yönünü kendi lehlerine değiştirmeyi başardı.

Bu yeni haritanın bir takım hususiyetleri var; size bunun bazı özelliklerinden bahsedeceğim. Yavaş yavaş bölgeye hâkim olan bu yeni haritanın birçok özelliği var. İlk özelliği Amerikanlaşmadan arındırılmasıdır. Peki, “Amerikanlaşmadan arındırmak” ne anlama gelmekte? Amerika’nın bölge üzerindeki hâkimiyetini reddetmek anlamına geliyor. Bu, Amerika ile siyasî ilişkinin kesilmesi anlamına gelmiyor; bölge hükümetlerinin (Amerika ile) siyasî ilişkilerini kesmesini beklediğimizden veya tasavvur ettiğimizden değil; Hayır, Amerika dâhil herkesle zaten siyasî ve ekonomik ilişkileri var. Ancak Amerika’nın hâkimiyeti gün geçtikçe zayıflıyor; Amerika’nın bazı ülkelerde -petrolde, silahta, farklı alanlarda- başarmak istediği şey yavaş yavaş yok oluyor; çok şeyleri yok oldu ve daha da yok olacaktır. Amerika uzun yıllardır bölgeye hâkim olma politikası izliyordu, bu politikanın ana maçı ise Siyonist rejimi desteklemekti; yapabildiği kadar güçlendirmek, önünü açmak, başkalarını onunla bağlantı kurmaya teşvik etmekti. Elbette bu politika oldukça eskidir, onlarca yıl öncesine aittir; Bundan 20 yıl önce bu politikayı doyuma ulaştırmak için, Afganistan’a girdiler, Irak’a girdiler, buraları işgal ederek kontrolü ele geçirmek istediler ama başaramadılar. Bugün bu bölgedeki politika ve yönelim Amerikanlaşmadan arındırmadır. Bugün gözümüzün önünde olan açık işaretlerden biri de Aksa Tufanı’dır. Evet, Aksa Tufanı Siyonist rejime karşıdır ama özünde Amerikanlaşmadan uzaklaşmadır; Bu tarihi bir olaydır. Amerika’nın planlarını da ortadan kaldıracaktır. Amerika’nın bu bölgedeki planlarını tam anlamıyla altüst edebilir ve Allah’ın izniyle bu fırtına devam ederse bu planları ortadan kaldıracaktır. Öyleyse bölgenin siyasî coğrafî haritasındaki değişimin bir özelliği Amerikanlaşmadan uzaklaşma eyleminin başlamasıydı; nitekim yüzde yüz Amerikan politikalarına bağlı olan bazı ülkeler Amerika ile karşıt konumda yer almaya başladılar ki bunu görüyoruz ve bu devam edecektir.

Bir diğer hususiyet ise bu bölgede yapay olarak oluşturdukları ve toplumlara dayattıkları ikiliklerin bertaraf olmaya başlamasıdır. Arap ve Arap olmayan ikiliği, Şiî-Sünnî ikiliği; Şiî Hilali efsanesi -Şiiliğin bölgede yayılma tehlikesi- gündeme getirdikleri alakasız konulardı ki hepsi dağıldı gitti. Aksa Tufanı’nda ve öncesinde Filistinlilere en çok kim yardım etti? Şiîler bunu yaptı; Lübnanlı Şiî, Iraklı Şiî, Arap Şiî, Arap olmayan Şiî bunu yaptı. Bu ikilikler yok olmaya başladı ve dayatılan bu ihtilafların yerine bölgeye yeni bir ikilik hâkim olmaya başladı: direniş ve teslim olmaktır; Bugün bölgemizde bu ikilik ön plana çıkıyor. “Direniş” ne anlama geliyor? “Direniş”, Amerikan baskısına, tasarrufuna ve müdahalesine boyun eğmemek anlamına geliyor; Bu direniştir. Her ne kadar bazıları yüzde yüz, bazısı yüzde seksen, bazısı yüzde elli dirense de; son olarak direniş hareketi bugün bölgede net bir akımdır ve onun karşıt noktası ise milletler ve hükümetler için aşağılayıcı ve küçük düşürücü olan “teslimiyet”tir.

Bölgemizin bu yeni haritasının bir diğer özelliği de Filistin meselesinin çözümüdür. Allah'ın izniyle Filistin meselesi çözüme doğru ilerliyor. Peki, “Filistin sorununun çözülmesi” ne anlama geliyor? Tüm topraklarında (Filistin) Filistin egemenliğinin tesisi anlamına geliyor. Biz planımızı ortaya koyduk: Filistin’de kapsamlı bir referandum. Tabi bu arada işgalci olanların bu konuda hiçbir hakkı olmayacak ama Filistinlilerin kendileri, ister Filistin topraklarında olsunlar, ister Filistin’in komşu ülkelerinde, ister kamplarda veya başka yerlerde olsunlar -çünkü milyonlarca Filistinli var- geleceklerine dair kendileri görüşlerini bildirecekler. [Referandum] Filistin’in yönetimi için dünyevî, kabul edilebilir ve medenî bir mantıktır. Şimdi birileri kalkmış diyor ki, “Peki, Siyonist rejim bu teklifinizi kabul etmezse ve bu yükümlülük altına girmezse?”; Evet, bu yükümlülüğün altına girmezler biliyoruz ama bu onların kontrolünde ve ellerinde olan bir şey değil; bazen bir hükümet, bir ülke bir şeyi beğenmeyebilir ama ona dayatılır, mecbur bırakılır. Bu dava takip edilirse -inşallah takip de edilecektir- Direniş cephesi irade ederse, kararlılıkla yol alırsa, tüm bunlara ciddi bir şekilde uyarsa bu gerçekleşecektir; buna hiç şüphe yok. Dolayısıyla Filistin meselesinin çözülmesi, Allah'ın izniyle bu yeni Batı Asya'nın göreceği özelliklerden biridir. Bazı dünya sözcüleri, İslam Cumhuriyeti’nin bölge hakkındaki görüşleri hakkında yalan söyleyerek, “İran, Yahudileri ya da Siyonistleri denize dökecek” diyorlar; Hayır, bunu daha önce başkaları veya Arapların bir kısmı söylemişti; Bunu hiçbir zaman söylemedik; (merak etmeyin) kimseyi denize dökme niyetinde değiliz. Biz şunu diyoruz; görüş ve karar halkın görüşüdür; Filistin halkının oylarıyla oluşturulan hükümet, orada bulunan ve başka ülkelerden gelen insanlar hakkında kararlar alacaktır; hepsine Filistin’de kalmaları da söylenebilir -cumhurbaşkanlığım sırasında gittiğim bazı Afrika ülkelerinde halk savaştı ve kazandı; orada İngilizler hâkimdi, yerliler İngilizleri yenmeyi başardılar ama İngilizleri kendi ülkelerinde tuttular; onları tutmanın uygun olduğunu düşündüler- onlar da kalabilir veya hayır diyebilirler, bazıları gidebilir veya hepsi gidebilir; yetki onlardadır; Bu konuda hiçbir zaman bir fikir sunmuyoruz. Sanırım bu sözler sanırım yeterli olmuştur.

Aksa Tufanı hakkında da bir şey söylemek isterim; Aksa Tufanı ile yaşanan bu önemli ve eşsiz olay, hedefleri iyice yaklaştırdı, hedeflere giden yolu yakınlaştırdı, kolaylaştırdı, büyük bir iş başarıldı. Sinirleri altüst olan Siyonist rejim, hastaneleri, okulları, halkları bombalayarak, çocukları öldürerek bu tufanı yatıştırmak istedi ama başaramadı ve başaramayacak. Bu tufan bunca işledikleri suçla dinmeyecek. Gazetelerde, basında okuyorsunuz, bunları tekrar etmeyeceğim; ama Siyonist rejim hiçbir amacına ulaşamadı, öfkesi yüzünden insanları katletti, bu da hiçbir işe yaramadı ve yaramayacak, daha çok rezil rüsva olmalarına yol açacak.

Siyonist rejimin Gazze halkına karşı işlediği barbar ve zalim eylemler, yalnızca bu cani rejimin itibarını değil aynı zamanda Amerika’nın itibarını da yerle bir etti ve Avrupa’nın o meşhur ülkelerinin itibarını da ortadan kaldırdı, bununla beraber Batı medeniyetinin ve kültürünün de itibarını yok etti. Batı kültürü ve medeniyeti, fosfor bombasıyla 5 bin çocuk şehit olduğunda, İsrail’in kendini savunduğunu söyleyen medeniyettir. Bu nefsi müdafaa mı? Batı kültürü budur. Bu olayda Batı kültürünün ne denli itibarsızlaştığı da ortaya çıktı. Son elli günde yaşanan bu trajediler, Siyonist rejimin Filistin'de 75 yıldır işlediği suçların özetidir. Şimdi bunun dozunu daha da arttırdılar ama yıllar boyunca hep aynı şeyleri yaptılar: İnsanları katlettiler, evlerinden çıkardılar, evlerini yıktılar. Siyonist yerleşim yerleri nerede kuruldu sanıyorsunuz? Siyonist yerleşim yerleri nerede kuruluyor? İnsanların evlerini yıkıp, Filistinlilerin çiftliklerini yok ederek, Siyonist yerleşim yerleri kurdular. Birisi direnirse onu öldürürler; çocuk varsa çocuğu da öldürürler, kadınları da; 75 yıldır yaptıkları buydu. Bizce Aksa Tufanı Allah’ın izniyle söndürülemeyecek ve bilsinler ki, İnşaallah Allah’ın kudretiyle bu durum böyle devam etmeyecektir.

Benim söyleyeceklerim burada sona erdi, ama Besic’e bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Bu tavsiyelerim hem Besic birimine hem de üyelerinedir. İlk tavsiyem: basiretinizi artırın; hem kendinizde hem de başkalarında. Bu oldukça önemli bir konudur.

Bir diğer tavsiyem: önemli konularda inisiyatif almasını bilin; düşmanın sahasında oynamayın. Eğer basiret sahibi olursak bu durumda düşmanın planının ne olduğunu anlarız, düşmanın planına göre hareket etmeyiz; kısaca düşmanın sahasında ve planında oynamayız.

Bir sonraki tavsiyem: Geleceğe dair umudunuzu asla kaybetmeyin, ayartılmaların sizi etkilemesine izin vermeyin. Bunun en büyük örneği ise Günümüz gençlerinin her zaman umutlu olmasının açık nedeni, ülkelerinin her zaman yaptırımlar altında, her zaman ekonomik kuşatma altında olması ve bu kadar ilerleme kat etmesidir. Yalnızca televizyonlarda yayınlanan ve herkesin gördüğü silahlar konusunda değil, ülkenin farklı yerlerinde, hizmetlerinde, halkın farklı kesimleri için imkânlar oluşturulmada, iletişimde, bilimde, teknolojide, üretimde ilerlemeler inanılmaz bir şekilde gerçekleştirildi; bu gelişmeler, düşmanın tüm ilerleme kapılarını üzerimize kapattığını zannettiği bir dönemde; ticaretin yasak olduğu, ihracatın yasak olduğu, birçok şeyin ithalatının yasak olduğu bu durumda ülke ilerlemiştir. Şimdi bu şekilde ilerleyen bir ülkede umutsuzluğa yer var mı? Her şeyi yapabilirsiniz.  Eğer sahada olursanız, çalışırsanız, çabalarsanız şu ana kadar kat ettiğimiz ilerlemenin yüz katı ötesine ilerleyebilirsiniz.

Diğer bir tavsiyem: gurur ve kibirden kaçının; dediğim gibi kibirlenmeyin. “Biz bu kadar iyiyiz, bu kadar değerliyiz, bizden bahsediyorlar, övüyorlar; İmam şöyle demişti, diğerleri böyle demişti” bunlar sizi kibirlendirmesin. Allah’a şükredin ki başarılı oldunuz, Allah size Besic olma fırsatını verdi. Allah’ın bu nimeti sizden almamasını dileyin.

Sonraki tavsiyem: asla kendinizi aciz hissetmeyin ve büyük işler başaramayacak gibi görmeyin. Yapamayacağımız bir şeyle karşı karşıya kalırsak, cesaretimiz, sabrımız, çabamız varsa mutlaka çaresi bulunur ve yapılır. Alelacele yapmaya çalıştığımız şeylerin olmadığını görürüz; çarenin çabalamak, gereken sabrı göstermek, aceleci olmamak ve denemek olduğunu bilmemiz gerekir. Kesinlikle büyük işleri başarabiliriz. Asla kendinizi çaresiz hissetmeyin.

Sıradaki tavsiyem: daha önce de söylediğimiz gibi muhtevası olmayan gösterişli ve vitrin çalışmalarından kaçının. Evet, aynalı bir kutunun ve vitrinin içine bir şeyler konulabilir, bunda bir beis ve sakınca yok hatta bazen gereklidir de, ancak anlamlı bir şeyler olduğunda.

Başka bir tavsiyem: Size verdikleri bu sıfat ve makamı, yani Besicî sıfatını, Allah’ın size olan emaneti olarak görün; bu emanetin kıymetini bilin, sadık olun, bu emaneti iyi koruyun.

Diğer bir tavsiyem: Sahte çift kutuplardan kaçının. Ülkede sürekli bir iki kutupluluk yaratıyorlar: yok Zeyd’in destekçileri, yok Amr’ın destekçileri; yok o düşüncenin destekçisi, yok bu düşüncenin destekçisi; bu sözler de neyin nesi! İlkede, ülküde, dinde, devrimde, Velayet-i Fakih’te sizinle aynı düşünceleri paylaşanlar varsayalım ki farklı yöntemlerle ilerlesinler; bunlar sizlerin kardeşlerinizdir. İnsanı şaşkına çeviren ve şikâyete yer olan şeylerden birisi de; sanal âlemde kullanılan bazı ifadelerdir. Gereksiz bir şey için, o bunu suçluyor, bu onu suçluyor! Bunlardan kaçının, Sizler Besicîsiniz, bunları yapmayın.

Son tavsiyem ise: Operasyonel güçlerin yanı sıra tasarım ve planlama güçlerini de cezbedin. Tedbir, düşünce, planlama cesaret ve yiğitlikten önce gelir. Akıllıca ve tedbirle hareket edin.

Bendenizin son tavsiyesi, Yüce Allah’a tevekkül etmenizdir. "وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ" “Kim Allah’a dayanırsa O, ona yeter.”[18] Allah hepinizi korusun inşallah.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

 


[1] Besic/Gönüllü Halk Güçleri; Merhum İmam Humeynî tarafından 26 Kasım 1979 tarihinde gönüllü milis teşkilatı olarak kurulmuş ve İran İslam Cumhuriyeti’nde, Devrim’in ve devrim kazanımlarının savunulması adına 20 milyon kişiden oluşan bir halk direniş ordusu olarak görev yapmaktadır.

[2] Bu toplantının başında İslam Devrimi Muhafızları kıdemli subayı Gulâmrızâ Süleymânî (Besic Mustazaflar Teşkilatı Başkanı) ‘Besic Gücü’ hakkında raporunu sundu.

[3] Sahife-yi İmâm, c.21, s.194, İran halkına sesleniş ve Besic Haftası 23 Kasım 1988

[4] Irak-İran savaşına atıfla.

[5] Sahife-yi İmâm, c.21, s.194, İran halkına sesleniş ve Besic Haftası 23 Kasım 1988

[6] Sahife-yi İmâm, c.21, s.194, İran halkına sesleniş ve Besic Haftası 23 Kasım 1988

[7] Fetih/29'da işaretle; "Kâfirlere karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler."  "اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ"

[8] Şehit Muhsin Fahrizâde Mehabâdî, İslâmî Devrim Muhafızları Ordusu'nda tuğgeneral, akademik bir fizikçi ve İran'ın nükleer programında görevli kıdemli bir yetkiliydi. Fahrizâde 07 Aralık 2019'da Demâvend’in Abserd bölgesinde Mossad tarafından şehit edildi.

[9] Said Kâzım Âştiyânî, İslam Devrimi döneminin önde gelen bilim adamlarından ve yöneticilerinden biriydi ve biyolojik bilimlerdeki yeniliklerin öncülerinden ve mübariz birisiydi. Öte yandan Rûyân Üniversitesi Araştırma Enstitüsü'nün başkanıydı. Onun yönetimi döneminde İran, ileri kısırlık tedavisi yöntemlerinin geliştirilmesi, embriyonik kök hücrelerin üretimi ve çoğaltılması, dondurulması, hayvanların klonlanması gibi önemli başarılara imza attı.

[10] İslam Devrimi Muhafızları kıdemli subayı Gulâmrızâ Süleymânî ‘Besic Gücü’ hakkında sunduğu raporunda; bu oluşumun kültürel, sosyal, güvenlik ve bilimsel alanlardaki son çalışmalarına değinmişti. Süleymânî ayrıca Besic gücünün, ülkeye yönelik her türlü tehdide ve Siyonist rejimin suçlarına karşı mücadele ettiğini de vurgulamıştı.

[11] Mekârimû’l Ahlâk, 20. dua

[12] Sahife-yi İmâm, c.21, s.195, İran halkına sesleniş ve Besic Haftası 23 Kasım 1988

[13] Enverî, Divan şiirleri, kasideler, Evhadûddin Enverî, İran edebiyatının en büyük kaside şairidir.

«باش تا صبح دولتش بدمد / کاین هنوز از نتایج سحر است»

[14] Ralph Peters (Amerikan Ulusal Savaş Akademisi emekli albayı), Haziran 2006'da Amerikan Silahlı Kuvvetleri dergisinde yayınlanan “Kanlı Sınırlar” başlıklı makalesinin “Yeni Ortadoğu” alt başlığı altında Batı Asya’daki sınırların yeni bir haritasını sundu. Bu bölgedeki köklü değişimler, halkın huzur ve barışa kavuşması için yapılması gerekenleri sıraladı. Condoleezza Rice (dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı), Tel Aviv'de 2006 Temmuz ayında İsrail'in ‘33 Gün Savaşı’ sırasında Lübnan'a yönelik saldırısını “yeni Ortadoğu'nun doğuşunun doğum sancıları” olarak tanımladığında “Büyük Ortadoğu” ifadesini kullanılmıştı. Sonra şunları ekledi sözlerine; “Bizler ne yaparsak yapalım, eski Ortadoğu'ya dönüş değil, yeni Ortadoğu'ya doğru bir ilerleme olduğundan emin olmalıyız.”

[15] Jay Garner (Amerikan Irak İmar ve İnsanî Yardım! Dairesi Direktörü); 2003 Irak işgalinin ardından Irak devletinin başkanı olarak atanmıştı.

[16] Paul Bremer (Eski Amerikan Dışişleri Bakanlığı Yönetici Sekreteri); 11 Mayıs 2003 ile 28 Haziran 2004 tarihleri arasında Irak Devlet Başkanlığı statüsünde olan Geçici Koalisyon Yönetimi'nin başkanlığını yaptı.

[17] Gazî Meş’al Acîl el-Yâver; 2004'te Saddam’ın idam edilmesinden sonra illegal bir şekilde Irak devlet başkanı oldu.

[18] Talak / 3

Güncelleme Tarihi: 19 Aralık 2023, 08:27
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER