Hakikat ve Hakikat Elçileri

Üzülerek söylemek gerekir ki, hakikat, ancak az bir grup için aşikâr olmuştur. O az grup marifete ulaşarak derya yürekli olmuş, perde gözlerinin önünden kalkmış, şüphenin karanlığı inançlarından ve ruhlarının derinliğinden gitmiş, yüreklerinden ve içlerinden ikilemde kalma yok olmuştur. 

Diğer insanlar için hakikat aşikâr olmamış ve insanların geneli hakikati idrak etmekten aciz ve onu görmekten mahrum kalmıştır. Şüphe bulutlarından dolayı kalplerinin gözleri kör olmuş, şüphe katmanları ve hicaplar onların kalplerini sarmıştır. Neticede onlar semavî kitapların işaretlerinden, ilâhî elçilerin beyanlarından, özellikle de Kur’an-ı Kerim’den, Resûl-i Ekrem’den (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’ten (a.s.) faydalanamamışlardır. Hatta onlardan bir grup tamamen yollarını kaybetmiş ve neticede gözleriyle görmedikleri ve kulaklarıyla işitmedikleri şeyleri inkâr etmişlerdir.

Bu konunun sırrı şudur ki, bu âlemin, yaşamın gereklerinden olan maddî hicaplar, insanları varlıklarının aslından, cevherlerinden ve fıtratlarının hakikatinden gafil kılmıştır. Neticede onlar Allah’ı unuttular ve Allah da onlara kendi varlıklarının hakikatini unutturdu.

Ama bunların hepsiyle birlikte, yüce olan Allah kendi nefsine varlıklara merhamet etmeyi yazdığı için her asırda ve zaman diliminde layık kullarından bazılarını fıtratın hakikatine teveccüh etmeye muvaffak kılmıştır. Onlar da yüce olan Allah’ın inayetiyle Kitab’ın, sünnetin, İmamların (a.s.) ve evliyanın sözlerinin sırlarını anlamışlardır. Onlar da o sırları, onların ölümüyle birlikte ilâhî ilimler de ölmesin ve hakikati arayanlar hayrette ve dalalette kalmasınlar diye kulluk yolunun yolcusu olanlara öğretmişlerdir. Ta ki, onların hidayetinin ışığında nefislerini ıslah etmeye koyulsunlar. Sonra da ilk merhalede hakikat onlara fıtrat yoluyla aşikâr olsun ve daha sonra da elde ettiklerini Kitap ve sünnet terazisinde ölçsünler ve hakikati talep edenleri irşad etmeyle meşgul olsunlar. Ve bu vesileyle marifetle ve basiretle kulluk etmekten ibaret olan yaratılışın hedefi gerçekleşmiş olur. Yüce olan Allah bu hedefi açıklarken şöyle buyuruyor: 

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” ( Zariyat, 56.)

Böylece hüccet bütün kullara tamamlanmış olur özellikle de inkâr ve inat ehline.

Şüphe yok ki, yüce Allah bu asrımızda iki etkin hüccet ve hidayet nişanesi ile insanlara minnet koymuştur. Onlardan birisi ilim ve amel sahibi, aklî ve naklî ilimleri kendisinde toplayan, Allah’a ârif olan, Allah’ın ve Allah’ın dostlarının mahbubu, din ve imanı dirilten, İran’da, asırlarca süregelen şahların zulmünden kurtardıktan sonra İslamî velâyet ve hükümeti kuran, yaşağdığı müddetçe yeryüzü ehline Allah’ın yüce âyeti olan İmam Seyyid Ruhullah Musevî Humeynî’dir (Allah’ın rızası ona olsun).  

Diğeri ise zamanın dâhisi, sünnet ve Kur’an’ı anlamanın düğümlerini açan, ilâhî öğretiler deryasının eşsiz yüzücüsü, aklî ve naklî ilimleri kendisinde toplayan, ilmi havzaları dirilten, tahkik ve marifet ehlinin iftiharı, el-Mîzan Tefsiri ve diğer kitapların yazarı, hakkın ve dinin âyeti, yakîn ve anlayış ehline Rabbin hücceti olan Seyyid Muhammed Hüseyin Kâzım Tabâtabâî Tebrîzî’dir (Allah’ın rızası ona olsun).   

Bu iki büyük insan, şu rivayetlerde geçen insanların en güzel örneklerindendirler. Hazret-i Ali b. Hüseyin (a.s.) şöyle buyurdular: 

“Şüphesiz ki, aziz ve celîl olan Allah ahir zamanda derin düşünceli insanların geleceğini bildiği için İhlâs Sûresi’ni ve Hadid Sûresi’nin başlangıcından “O, kalplerde olanı bilir” kısmına kadar olan âyetleri indirdi…” (Usûl-u Kâfî, c. 1, s. 91, hadis no: 2.)

Şüphesiz bu iki büyük insan Allah’ın kullarını cehaletten ve sapıklıktan kurtarmada Peygamberlere (a.s.) ve İmamlara (a.s.) uymuşlar, insanları amelleri, sözleri ve yazılarıyla fıtratın hakikatine davet etmişlerdir. Allah o ikisini de peygamberleri ve evliyaları ile birlikte, özellikle de Hatemü’l-Enbiyâ ve onun Ehl-i Beyt’iyle (Allah’ın salâvatı hepsine olsun) birlikte haşretsin. Allah bu yüce hizmetleri karşılığında en güzel mükâfatını versin. Öyle bir hizmet ki, hakikatte beşerin yaratılışının hedefi odur. Hatta varlık âleminin tüm mertebeleriyle yaratılışının hedefi, peygamberlerin ve kitapların gönderilişinin hedefi odur.
 

YORUM EKLE