Dinî Plüralizm ve Dinin Farklı Algılanışları
Soru
Dinî plüralizmi ve dinin farklı algılanışları teorilerini açılayarak bunların farklarını beyan eder misiniz?
Kısa Cevap
1. Plüralizm, çoğulculuk manasındadır ve din felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, siyaset ve… gibi alanlarda farklı kullanımları vardır. Ama hepsinin ortak yanı çoğulculuğu tekelciliğe tercih etmektir. Dinî plüralizm, kurtuluşun bir tek dine özgü olmadığı ve bütün dinlerde hakikatin ve kurtuluşun var olduğuna inanmaktır.
2. Çoğulculuk, dinler arasında da düşünülebilir, bir dinin mezhepleri arasında da.
3. Biz Müslümanlar açısından plüralizm görüşü asla kabul edilemez. Çünkü İslâm dininin hak oluşuna dair elimizde yeterince delil vardır. Bu deliller gereğince İslâm’la diğer dinlerin aynı olması mümkün değildir. Buna ilave olarak kutsal kitap olan Kur’ân’ın tahrif olmaması ve İslâm’ın son din olması diğer dinlerin iptali demektir.
4. Dinin değişik algılanmaları teorisi -ki onun dayanaklarından bir tanesi göreceli Hermonetiktir-, dinî araştırma alanlarından bir diğeridir ve taraftarlarına göre her yorumcu ve müfessirin ön kabul ve bilgileri, önündeki metni anlamasına etki eder. Dinin değişik algılanmaları teorisiyle ilgili değişik akımlar vardır. En önemlileri, Schelayer Maher, Wilhelm Dilthey, Martin Heidegger ve Hans Georg Gadamer’in görüşleridir.
5. Hermonetik, yeni din felsefesinin ürünlerinden olmasına ve Batı’dan kaynaklanmasına rağmen şu gerçek bilinmelidir ki tefsir, tevil ve metin anlama gibi konular eskiden beri usul-i fıkıh ilmi gibi İslâmî ilimlerde incelenen konular arasındadır.
6. Yukarıda adı geçen Batı kaynaklı yöntem ve kavrayışlar, farklı algılamaları değerlendirmeğe tabi tutacak ölçülere gereken önemi vermediklerinden, anlamada görecelilik neticesine ulaşmışlardır.
7. Hermonotik ve plüralizm iki ayrı konudur, ancak plüralizmdeki bakış açılarından bir tanesi hermonotik bakış açısıdır. Bu bakış açısı plüralizmle hermonotik arasındaki buluşma noktası sayılır. Daha açık bir tabirle, hermonotiğe göre bir metinden farklı çıkarımlar yapılabileceğinden farklı dinlerin ortaya çıkışını da bu şekilde izah etmek mümkündür.
8. Bu bakış açısına yöneltilen temel eleştiri şudur: bu bakış açısına göre hiçbir algılamanın kesin doğru olduğuna hükmetmek mümkün değildir. Oysa insanların anlayışları, kabullenilmiş konuşma ve anlaşma kanunlarına tabidir. Anlamada, konuşanın ve yazarın durumu, kullandığı kelimeler, seçmiş olduğu şive gibi özelliklerle ilgili kaideler dikkate alınarak onun maksadını anlamak mümkündür.
Ayrıntılı Cevap
Plüralizm, çoğulculuk manasındadır. Bu deyimin din felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, siyaset ve… gibi alanlarda farklı kullanımları vardır. Ama hepsinin ortak yanı çoğulculuğu tekelciliğe (Exclusivism) tercih etmeleridir.[1] Dinî plüralizm; kurtuluşun bir tek dine özel olmadığı ve bütün dinlerde hakikatin ve kurtuluşun var olduğuna inanmaktır. Sonuç itibarıyla insan, hangi dine uyarsa uysun kurtuluş ve saadete ulaşabilir. Bu anlayışa göre dinler arasındaki hak-batıl savaşı sona ermeli ve dinî savaşlar ve çekişmelerin yerini gönül birliği almalıdır.[2]
Dinî Plüralizmin Kısa Tarihçesi
Dinî plüralizm ilk olarak Hıristiyan âleminde, yakın tarihte John Hick (doğum 1922) tarafından gündeme getirilerek propagandası yapılmıştır. O şöyle diyor: “Fenomen bilim açısından dinî çoğulculuk terimi sade bir şekilde şöyle tarif edilebilir: Dinler tarihi, onların her birinin birçok gelenek ve ayrıntıları sergilediğinin göstergesidir. Felsefi açıdan bu terim, sünnetler (gelenekler) arasında özel bir ilişkiyi savunan görüşü ifade eder. Bu terim şu görüşü ifade eder: büyük dinler, gizli ilahî hakikat hakkındaki farklı çıkarımlardır.[3] Başka bir yerde de şöyle denmiştir: “Farklı dinler, dinî tecrübenin değişik akımlarıdır; her birisi insanlık tarihinin belli zamanlarında ortaya çıkmış ve belli bir kültürel ortamda kendi bilincini ortaya koymuştur.”[4]
Çoğulculuk, dinler arasında, her din hak bilmek şeklinde algılanabilir veya her birinin haktan nasibinin olduğu söylenebilir veyahut da dinlerin kendisinde, mezhepleri hak bilme şeklinde yorumlanabilir. İslâm dinî içerisindeki Sünnilik ve Şiîliği buna örnek olarak verebiliriz. Zira her biri, kendisini halis İslâm olarak tanıtmaktadır. Ancak plüralizmin açısından her ikisi de hak üzere olabilir. Ya da diyebiliriz ki her ikisinde de hakkın bazı yansımaları vardır. Daha açık bir deyişle dinî çoğulculuğu, dinler arası çoğulculuk ve dinin kendi içinde ki çoğulculuk diye ikiye ayırabiliriz.
Dinî Plüralizmdeki Temel Akımlar:
Dinî pluralizimle ilgili birçok akım ortaya çıkmıştır. Onların bazılarına işaret edeceğiz:
Birinci Akım: Dinin kabuğuyla içi/beyni arasında fark gözeterek dinlerin beyin veya cevher dediğimiz kısmını ön plana çıkartıp kabuk kısmını göz ardı etmek. Bu anlayışta dinî öğretiler özellikle de ibadet ve ahkâmla ilgili olanları, dinin kabuk kısmı olarak algılanır.
İkinci Akım: Bu anlayış, vahiysel tecrübe ve dinî tecrübe üzerinde durur ve dinî, bir deneyim haddine indirger. Dinî tecrübe, anlatım ve ifade sahasında ön yargılar, kültürel ve bilgisel alt yapı gibi değişik sebeplerin etkisiyle çeşitlilik arz eder. Dinlerdeki çeşitlilik gerçekte, dinî tecrübelerin değişik kültür aynasındaki yansımalarıdır.
Üçüncü Akım: Bu akım daha çok insancıl bir eğilim sayılır. Bu anlayışa göre dinler metafizik ve lahuti meseleler yerine ortak dünyevi konulara ve toplumsal yaşamın gereklerine eğilmeli ve metafizik ve lahuti meselelerini kendilerine saklamalıdırlar.
Dördüncü Akım: Bütün dinler ortak mesaja sahiptirler ve az bir tahkik ve incelemeyle aralarındaki ihtilaflar ortadan kalkacaktır. Dinler arasındaki ihtilaflar gerçekte yorumlama ve anlatım farklarından kaynaklanan ve gerçek olmayan ihtilaflardır.
Beşinci Akım: Bu akım hakikatin özüyle bizim yanımızdaki hakikatin farkına dayalıdır. Özü itibarıyla bir hakikat vardır. Ama bu hakikate tam olarak kimse ulaşamamıştır ve bizim düşünce kabiliyetimiz ona tam olarak ulaşmaktan acizdir. Ancak bizim yanımızdaki hakikat, o gerçeğin görünen kısmıdır. Dinler, insanların kutsallıkla yüz yüze gelmeleri ve bu kutsallığın değişik zamanlar ve kültürlerde kalıplara dökülmesi sonucu çoğalmasıdır. Diğer taraftan Allah Teâlâ etkili bir irtibat icat etmek için, kendi mesajını her milletin kendi zaman ve kültürüyle uyumlu bir kalıba dökmüştür.
Yukarıda zikredilen akımlarla ilgili kısaca şöyle diyebiliriz: Onların hepsi ciddi eleştirilerle karşı karşıyadırlar. Gerçi onlardan bazıları (birinci akım gibi) bazı doğru yorumlara sahiptirler ki bu konuda daha geniş inceleme yapmak için ilgili kitaplara müracaat edilmesi gerekir.
Altıncı Akım: Bu görüş, hermonotik eğilimli olup yorumcuyu merkez edinen bir yapıya sahiptir ve yorumcunun metni anlamada, ön kabullerinin ve bilgilerinin derin etkisine inanır. Bu görüşe göre yazar ve konuşmacı da aynı yorumcu gibidirler. Yazarlık fonksiyonu, metin yazıldıktan sonra kaybolur. Bu anlayışa göre metin kendiliğinden herhangi bir manayı anlatmaz. Yorumcu kendi ön kabullerine ve bilgilerine dayanarak metine özel bir mana yükler. Başka bir deyişle metindeki mana aynı hamur gibidir. Yorumcunun zihin yapısı ve bilgileri, o hamura özel bir şekil verir. Buna göre metin, herhangi bir manayı kendinde taşımaz. Metin, müfessir ve muhatabın ona yükleyeceği manaya muhtaçtır.[5]
Bu Akımın Eleştirisi:
Plüralizmin ve Hermonotiğin kesişme noktası olan altıncı akım, bir takım eleştirileri de beraberinde getirmiştir ki onlardan bazılarına kısaca değineceğiz:
İnsanların anlamaları, genel konuşma kurallarına tabidir ve bütün normal insanlar bu kurallar çerçevesinde konuşup anlaşırlar. Anlama ve anlaşmada, konuşanın veya yazarın durumu, kelimelerin dizilişleri, seçilen dil (sembolik, alaycı şakacı, ciddi vs.) ve konuşmacının sözlerinden belli bir manayı irade etmesi gibi bir takım kurallara dikkat edilir ki yorumcu merkezli düşünenler dahi bu kurallara dayalı hareket etmek zorundadırlar. Elbette bir metin bir meseleyi bildirdiğinde, şartlar ve karineler göz önünde bulundurularak o metin anlaşılmaya çalışılmalıdır. Dinî metinler; nasih ve mensuh, genel ve özel içerikli hükümler, mutlak ve şartlı hükümler ve benzerlerini içerdiklerinden dikkatli bir şekilde incelemeye tabi tutulmalıdırlar. O zaman bir metni anlamada; yazarın dilini bilme, sözlü ve sözsüz karineleri dikkate alma gibi bir takım ön kabullere ihtiyaç vardır. Ancak muhatabı metninden uzaklaştıran ön kabulleri, metni anlama şartları arasına sokmaktan kaçınılmalıdır.[6]
Plüralizmin Eleştirisi:
Dinî plüralizimle ilgili bütün eleştirilerin yanı sıra şu da bilinmelidir ki, biz Müslümanların inancına göre İslâm dinin hak oluşuna dair, akla uygun yeterince delil mevcuttur. Bunca delilin yanında bütün dinlerin aynı olduğu görüşünü kabul etmek doğru değildir. Bu delillere örnek olarak; İslâmî öğretilerin akla uygunluğu ve arasındaki uyum, İslâmî kaynakların senetli olması, Müslümanların kutsal kitabı Kur’ân’ın tahrif edilmemiş olması, Kur’ân’ın mucize oluşu nedeniyle kendisi gibi bir kitap yazılamayacağı hakkında meydan okuması, hükümlerdeki kapsamlılık ve kullanıma elverişlilik gibi konuları örnek olarak vermek mümkündür.
Bunların hepsinden daha önemli olan İslâm’ın son din oluşu meselesidir ki bu durumuyla, bütün din ve şeriatları ortadan kaldırmıştır.[7]
Dinin Değişik Algılanması:
Dinin değişik algılanması teorisi veya hermonotik, dinî araştırma alanlarından bir diğeridir ve bu görüşe göre her yorumcunun ön yargı ve bilgileri, dinî metinleri anlamasında tesir bırakmaktadır. Dinin değişik algılanması teorisiyle ilgili değişik akımlar vardır. Aşağıda kısaca onlara değinilecektir:
1. Schelayer Maher’in Görüşü: Hermonotik, müfessirle metin arasındaki zaman farkından kaynaklanan yanlış yorum ve yanlış anlamayı önlemeyi gören bir yöntemdir.
2. -Wilhelm Dilthey’in Görüşü: Hermonotik, doğal bilimlere karşı davranış bilimleri için bir altyapı sayılır. Ona göre, tarih, yorumcunun yorumunu etkiler.
3. Martin Heidegger’in Görüşü: Hermonotik, anlamanın mahiyetini ve onu meydana getiren şartları açıklamaktan ibarettir. O, hermonotiği, yöntemden felsefeye çevirmiş ve varlık bilme temeline dayalı olarak onu, anlamanın mahiyeti ve anlamayı icat eden şartları açıklama olarak telakki etmiştir.
4. Hans Georg Gadamer’in Görüşü: Hermonotik, ufukların birleşimidir. O, Martin Heidegger’in, varlık bilim anlayışını bilgi bilime çevirmiş ve gerçekte, “anlamanın varlığını bilme” olarak onu sunmuştur. Gadamer’in hermonotiği, daha çok anlamanın merhalelerini açıklar ve bu anlamanın, doğruluğu ve yanlışlığı ya da itibar edilebilir olması veya olmaması meselesine pek dikkat etmez.
Onun açısından yorumcunun zihni, bilgiler, beklentiler, kabuller, sorular ve ön yargılarla doludur ki bunlar, okuyucunun ufkunu oluşturan unsurlardır. Bu ufuk ve bakış açısı devamlı yorumcuyla birlikte hareket eder ve devamlı olarak, dünyaya, eşyaya ve metinlere müracaat ederek, denge ve değişime uğrar. Yorumcunun işi, bakışları birleştirmektir. Daha açık bir tabirle, yorumcunun anlama ufkuyla metinin ufkunu buluşturmaktır. Hermonotiğin işi de, bu ufukları birbirleriyle birleştirerek metinle yorumcunun arasında iletişim kurmaktır. Anlayışlardaki farklılık, ön kabuller ve ufuklardan kaynaklanmaktadır.
Gadamer’e göre, bütün açıları ve ufukları yansıtan mutlak bir görüş yoktur. Her anlayış ve tefsir, özel bir bakış açısıyla ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı tarafsız bir yorum mümkün değildir ve hiçbir tefsir kesinlik arz etmez. Gadamer’in hermonotik bakışında gerçekte, metin sahibinin niyetini keşfetme diye bir dert yoktur. Çünkü metni, yazarın zihninin tecellisi olarak görmemek gerekir.[8]
Gadamer’in Görüşünün Eleştirisi:
Kelamî ve felsefî tartışmalarda son yıllarda Gadamer’in görüşüne ilginin artmasından ve diğer akımlardan daha fazla tesir bıraktığından dolayı, bu görüş daha fazla öneme haizdir. Bu sebeple Gadamer’in görüşüne yapılan bazı eleştirilere değineceğiz:
Evvela, hangi delile dayanarak metnin anlamını ve yazarın maksadını göz ardı ediyor ve bilerek ondan gaflet ediyoruz? Acaba yorumcu, kendi zihnindeki ölçülerle yazarın zihnindeki ölçüleri ayırt etmek için çaba sarf edemez mi?
İkinci olarak, Gademer’in anlayışına göre apaçık bir göreceliğe/nisbiyetçiliğe ulaşırız ve doğru anlayışla yanlış olanı ayırt eden hiçbir ölçü kalmaz. Gerçekte bu görüş, Kant’ın nisbiyyet/görecelilik teorisinin bir benzeridir.
Üçüncü olarak, Gadamer’in görüşünün kapsamlılığını eleştirmek mümkündür. Ayrıca ön kabuller, ön yargılar ve adetlerin etkisinden kurtulmak imkân dâhilindedir.
Dördüncü olarak, Eğer her anlama, bir ön kabule muhtaç olursa, o ön kabulün kendisi de başka bir ön kabule muhtaçtır. Bu da devr veya teselsülü gerektirir.[9]
Din Hakkındaki Değişik Algılamalarla İlgili Bazı Noktalar
Şu ana kadar hermonotik ve din hakkındaki değişik algılamalarla ilgili açıklamalarda bulunduk ve değişik akımlara kısaca değindik. Günümüz düşünürlerinde geniş yankı bulan Gadamer’in görüşü hakkında da bir takım meseleleri açıkladık. Ancak konunun açıklığa kavuşması için bazı noktalara değinmemiz gerekiyor:
Birinci Nokta: Gerçi “Dinden değişik algılamalar” meselesi büyük oranda modern felsefedeki hermonotikten alınmıştır, ancak tefsir, tevil ve metin anlama konuları İslâmî ilimlerde çok eski bir geçmişe sahiptir. Hermonotikle ilgili konuların İslâmî ilimlerde; özellikle de tefsir, usul ve teorik irfanda var olduğunu söylemek mümkündür. Konuya örnek olarak; akli, nakli, remzi, şûhudi, Kur’ân’ın Kur’ân’la veya âyetin âyetle, Kur’ân’ın reyle tefsiri gibi tefsir yöntemleriyle, lafızlar bahsi ve metinlerin zahirlerini anlama yöntemlerini ve benzerlerini zikredebiliriz.
İkinci Nokta: Mukaddes dinî metinler, Müslümanların kültürlerinin yapılanmasında ve değişik İslâmî ilimlerin oluşumunda çok önemli role sahip olduğundan (veya olması gerektiğinden) şöyle diyebiliriz: Anlama ve metinlerden çıkarım yapmayla ilgili teori ve yöntem üretme, çok özel öneme sahip kelamî konulardandır. Bundan dolayı, dinden değişik algılamaların yapılabileceği görüşüne inanmak ve benzeri akımlar, bu alanda birçok çatışmaların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Son yıllarda bir takım Arap ve Acem düşünürlerde kendini gösteren bu düşünce akımları genellikle Hans Georg Gadamer’in etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bu düşünürler, felsefî hermonotiğin temel kaide ve yöntemlerini; Kur’ân, hadis ve dini anlamada kullanma çabasına girmişlerdir. Bu düşünürlerin iddialarını özet olarak şöyle sıralayabiliriz:
1. Şeriat ve dinî metinler konuşma ve ifadeye sahip değillerdir.
2. Yorumcuların ve muhatapların zihinlerinden ve nesnel âlemden kaynaklanan ön kabuller, metinleri anlamada tesir bırakırlar.
3. Dinin gerçeği ve özü hiçbir müfessir tarafından anlaşılamaz.
4. Katkısız ve arı bir anlayış yoktur. Biz her zaman hakla batılın karışımıyla karşı karşıyayız.
Üçüncü Nokta:Yukarıda adı geçen düşünürlerin birçoğu, dinden değişik algılamalar hakkında değerlendirmeyi mümkün kılacak net ölçütler ortaya koyma meselesine gereken önemi vermemişlerdir ve doğru yorumu yanlış olandan ayırt etmeye yarayacak bir çalışma ortaya konulmamıştır. Başka bir ifadeyle, bu akımlarda, bütün anlayışlar birbirleriyle eşit değere sahiptir. Oysa dinî kaynaklara ve yaygın olan görüşlere göre, müfessir kendi bakışıyla yazarın bakışı arasındaki farkı netleştirmek için çaba harcamalı ve belirlenmiş ölçülere dayanarak kendi görüşünün sağlıklı olduğunu ve yazarın anlayışıyla uygunluk arz ettiğini göstermelidir. Aksi takdirde bu yeni akımlar, dini anlamadaki nisbiyete/göreceliliğe ilave olarak dinî anlama yöntemlerindeki nisbiyeti de beraberlerinde getirirler.
İslâm âlimlerinin görüşüne göre, eskiden beri dinî metinler hakkında farklı çıkarımların yapılması inkâr edilemez bir gerçektir. Ama bu farklı çıkarım ve ihtilaflar belli kurallar çerçevesinde gerçekleşir. Bu kuralların birçoğu bizzat dinî metinler tarafından belirlenmiştir. Buna göre, anlayışta içtihat, kendi görüşüne göre hareket etme ve kendi şahsi zihniyetini zorla dinî metinlere yükleyerek onları meşrulaştırma demek değildir.
Dördüncü Nokta: Söylediklerimiz göz önünde bulundurularak, felsefî hermonotik ve dinden değişik algılamalar teorisini destekleyenleri “müfessir merkezci” bir teori olarak adlandırabiliriz. Bu açıdan baktığımızda, İslâm âlimlerini, çalışmalarında konuşmacının (Allah veya meleklerinin) maksadını aydınlatmak istediklerinden “Müellif merkezci” tanımlayabiliriz. Bu anlayışa; müfessir metin (Kur’ân ve sünnet) vasıtasıyla konuşmacının niyetini keşfettiğinden “metin merkezci” de diyebiliriz. Metin ve müellif merkezci anlayışta müfessirin bütün çabası, önündeki metnin yazarının maksadını keşfetmektir. Bu keşifte ona yardımcı olabilecek her türlü kural ve kaideden yardım alır. Bu kaidelere örnek olarak, sözlü karine ve şahitler, bilinmesi gereken zaruri ön bilgiler; konuşmacının dilinin kurallarını bilme gibi, dil kuralları. Umum ve husus, mutlak ve şartlı, mücmel ve mübeyyen, metinin söyleniş sebebi ve benzerlerini saymak mümkündür.
Buna göre müellif merkezcilik, bütün ön kabulleri yok saymak demek değildir. Gerçi bazı ön kabuller, müfessirin kendi zihniyetini metine zorla yüklemesine ve re’ye dayalı tefsire de yol açabiliyor, ancak bir takım kaçınılmaz ve gerekli ön kabuller de vardır. Örneğin;
1. Gramer bilgisi gibi metinden hakikî manayı çıkarmak için gerekli olan ön kabuller.
2. İnançsal ve kelamî ön kabuller. Örneğin. Allahın hikmeti, sözlerinin doğruya yöneltici olması, Kur’ân’ın konuşan ve açıklayıcı olması, kitap ve sünnetin hüccet/delil olması ve…
3. Muhatabın zihninin soru üretmesine ve metnin yeni boyutlarını araştırmasına sebep olacak ön kabuller.
Beşinci Nokta: Son olarak mutlaka şu soruyu cevaplamalıyız; metni anlamada belli kurallara uyulmasına rağmen, niçin farklı görüş ve içtihatlar ortaya çıkmaktadır?
Cevap olarak kısaca şöyle denebilir: Bu ihtilafların bazıları, şekilsel olup açıklama tarzlarındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır ki bu tip farklılıkları birbirlerinin tamamlayıcısı olarak görmek gerekir. Örnek olarak birbiriyle çelişen fıkhî fetvaları verirsek, bu ihtilafın kaynağı, iki ayrı zaman, iki ayrı şart, iki ayrı durum veya konularının farklılığı olabilir ki, eğer dakik bir şekilde konu incelemeye tabi tutulursa ihtilaf tamamen ortadan kalkabilir. Başka bir deyişle bu ihtilafları gidermek farklı görüşleri uzlaştırmak mümkündür.
Bazen de ihtilafın sebebi, düşünür, araştırmacı veya müfessirin ilmi derinliğidir. Başka bir tabirle, müfessirlerin zihinlerindeki sorulardan kaynaklanmaktadır. Müfessir, değişik açı ve merhalelerle ilgili soruları mukaddes metinin huzuruna götürdüğünde, Kur’ân’ın kapsamlılığı, değişik açılara sahip oluşu ve bâtınî manaları taşıyor olması farklı cevapların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Gerçekte bu cevapların hepsi, bir birbirlerinin tamamlayıcısı durumundadırlar ve aralarında bir çelişki söz konusu değildir.
Elbette bazen dinî metinleri algılamadaki ihtilaf şekilsel değil hakikidir. Bu tip ihtilafları ortaya çıkaran sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
Dilbilgisi kurallarını dikkate almama veya yanlış anlama. Örneğin, metinde yer alan istisnalara ve kayıtlara dikkat etmeme gibi. İstidlal ve mantık kurallarını doğru uygulamama, tefsirde dar bakışlılık ve konuşmacının genel bakışlarını göz ardı etme, akli karineleri gözden kaçırma, senedi bilmek için yeteri kadar araştırmanın yapılmaması, dirayet ve rical gibi ilimlerden yararlanmamak.
Sonuç itibarıyla, bir dinden veya bir metinden, kurallara uygun hareket edilse de kısıtlı olarak bir takım ihtilafları çıkarımların yapılabileceği inkâr edilemez bir gerçektir. Hatta bazı durumlarda kaçınılmazdır. Ancak bir metni anlamak için gerekli uzmanlık ve salahiyete sahip olmayan kişiler de din hakkında yeni bir yorumla ortaya çıkabilirler. Bu durumda onların iddialarının doğruluk veya yanlışlığını ancak din alanındaki uzmanlar gerekli bilgiye sahip kişiler belirleyebilirler.[10]
Sonuç:
Plüralizm ve dinden değişik algılamalar teorisini açıklayarak, bu iki teorinin, dinî araştırmalar alanında iki farklı kategoriye ait olduğunu gördük. Son yıllarda bu iki teori yeni kelam ilminin iki yeni konusu olarak karşımıza çıkmış bulunuyor
Bu iki düşüncenin buluşma noktası, plüralizmin hermonotik eğilimidir ve biz onu plüralizmdeki altıncı akım olarak tanıttık ve onunla ilgili eleştirilerimizi de beyan ettik.
Son olarak şunu hatırlatmalıyız ki plüralizm ve hermonotik konuları çok geniş araştırmaya ihtiyaç duyan konulardır. İsteyenler bu konuyla ilgili daha geniş kitaplara başvurmalıdırlar.
[1] Rabbanî Gulpayganî, Ali, Dinî Plüralizmin Eleştirisi, s. 19, Muasır Bilgi ve Düşünce Kültür Kurumu, Tahran, 1. Baskı.
[2] a.g.e, s. 20.
[3] Mivça İlayade, Din Araştırması, Tercüme Bahaddin Hurremşahi, s. 301, Dinlerin Çokluğu makalesi, John Hick.
[4] John Hick, Din Felsefesi, Tercüme: Behram Rad, s. 238.
[5] Doğru Yollar, Abdulkerim Suruş, Sırat Yayınevi, Tahran; Kiyan Dergisi, sayı: 36, Doğru Yollar makalesi, sayı: 37-38; Abdurresul Bayat ve Diğerleri, Kelimeler Sözlüğü, Dinî Düşünce ve Kültür Müessesesi, Makale: Dinî Plüralizm, birinci baskı, miladi 2002.
[6] Kelimeler Sözlüğü, s. 160; Fıkıh kitabı, no: 4. Dinî Plüralizm, Hasan Rahim Pur Ezgadî.
[7] Kelimeler Sözlüğü, s. 161-162.
[8] Hadevî Tahranî, Mehdi, İçtihadın Kelamî Kaynakları, Akılevi Kültür Müessesesi, Kum, 1. Baskı, miladi 1998, Hermonotik bahsi, s. 200-224; Abdurresul ve Diğerleri, Kelimeler Sözlüğü, Hermonotik makalesi.
[9] İçtihadın Kelamî Kaynakları, s. 225 ve 235; Kelimeler Sözlüğü, s. 590-592.
[10] Bu nükteler Abdurresul Bayat’ın Hermonotik makalesinden faydalanılarak yazılmıştır.
Soru
Dinî plüralizmi ve dinin farklı algılanışları teorilerini açılayarak bunların farklarını beyan eder misiniz?
Kısa Cevap
1. Plüralizm, çoğulculuk manasındadır ve din felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, siyaset ve… gibi alanlarda farklı kullanımları vardır. Ama hepsinin ortak yanı çoğulculuğu tekelciliğe tercih etmektir. Dinî plüralizm, kurtuluşun bir tek dine özgü olmadığı ve bütün dinlerde hakikatin ve kurtuluşun var olduğuna inanmaktır.
2. Çoğulculuk, dinler arasında da düşünülebilir, bir dinin mezhepleri arasında da.
3. Biz Müslümanlar açısından plüralizm görüşü asla kabul edilemez. Çünkü İslâm dininin hak oluşuna dair elimizde yeterince delil vardır. Bu deliller gereğince İslâm’la diğer dinlerin aynı olması mümkün değildir. Buna ilave olarak kutsal kitap olan Kur’ân’ın tahrif olmaması ve İslâm’ın son din olması diğer dinlerin iptali demektir.
4. Dinin değişik algılanmaları teorisi -ki onun dayanaklarından bir tanesi göreceli Hermonetiktir-, dinî araştırma alanlarından bir diğeridir ve taraftarlarına göre her yorumcu ve müfessirin ön kabul ve bilgileri, önündeki metni anlamasına etki eder. Dinin değişik algılanmaları teorisiyle ilgili değişik akımlar vardır. En önemlileri, Schelayer Maher, Wilhelm Dilthey, Martin Heidegger ve Hans Georg Gadamer’in görüşleridir.
5. Hermonetik, yeni din felsefesinin ürünlerinden olmasına ve Batı’dan kaynaklanmasına rağmen şu gerçek bilinmelidir ki tefsir, tevil ve metin anlama gibi konular eskiden beri usul-i fıkıh ilmi gibi İslâmî ilimlerde incelenen konular arasındadır.
6. Yukarıda adı geçen Batı kaynaklı yöntem ve kavrayışlar, farklı algılamaları değerlendirmeğe tabi tutacak ölçülere gereken önemi vermediklerinden, anlamada görecelilik neticesine ulaşmışlardır.
7. Hermonotik ve plüralizm iki ayrı konudur, ancak plüralizmdeki bakış açılarından bir tanesi hermonotik bakış açısıdır. Bu bakış açısı plüralizmle hermonotik arasındaki buluşma noktası sayılır. Daha açık bir tabirle, hermonotiğe göre bir metinden farklı çıkarımlar yapılabileceğinden farklı dinlerin ortaya çıkışını da bu şekilde izah etmek mümkündür.
8. Bu bakış açısına yöneltilen temel eleştiri şudur: bu bakış açısına göre hiçbir algılamanın kesin doğru olduğuna hükmetmek mümkün değildir. Oysa insanların anlayışları, kabullenilmiş konuşma ve anlaşma kanunlarına tabidir. Anlamada, konuşanın ve yazarın durumu, kullandığı kelimeler, seçmiş olduğu şive gibi özelliklerle ilgili kaideler dikkate alınarak onun maksadını anlamak mümkündür.
Ayrıntılı Cevap
Plüralizm, çoğulculuk manasındadır. Bu deyimin din felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, siyaset ve… gibi alanlarda farklı kullanımları vardır. Ama hepsinin ortak yanı çoğulculuğu tekelciliğe (Exclusivism) tercih etmeleridir.[1] Dinî plüralizm; kurtuluşun bir tek dine özel olmadığı ve bütün dinlerde hakikatin ve kurtuluşun var olduğuna inanmaktır. Sonuç itibarıyla insan, hangi dine uyarsa uysun kurtuluş ve saadete ulaşabilir. Bu anlayışa göre dinler arasındaki hak-batıl savaşı sona ermeli ve dinî savaşlar ve çekişmelerin yerini gönül birliği almalıdır.[2]
Dinî Plüralizmin Kısa Tarihçesi
Dinî plüralizm ilk olarak Hıristiyan âleminde, yakın tarihte John Hick (doğum 1922) tarafından gündeme getirilerek propagandası yapılmıştır. O şöyle diyor: “Fenomen bilim açısından dinî çoğulculuk terimi sade bir şekilde şöyle tarif edilebilir: Dinler tarihi, onların her birinin birçok gelenek ve ayrıntıları sergilediğinin göstergesidir. Felsefi açıdan bu terim, sünnetler (gelenekler) arasında özel bir ilişkiyi savunan görüşü ifade eder. Bu terim şu görüşü ifade eder: büyük dinler, gizli ilahî hakikat hakkındaki farklı çıkarımlardır.[3] Başka bir yerde de şöyle denmiştir: “Farklı dinler, dinî tecrübenin değişik akımlarıdır; her birisi insanlık tarihinin belli zamanlarında ortaya çıkmış ve belli bir kültürel ortamda kendi bilincini ortaya koymuştur.”[4]
Çoğulculuk, dinler arasında, her din hak bilmek şeklinde algılanabilir veya her birinin haktan nasibinin olduğu söylenebilir veyahut da dinlerin kendisinde, mezhepleri hak bilme şeklinde yorumlanabilir. İslâm dinî içerisindeki Sünnilik ve Şiîliği buna örnek olarak verebiliriz. Zira her biri, kendisini halis İslâm olarak tanıtmaktadır. Ancak plüralizmin açısından her ikisi de hak üzere olabilir. Ya da diyebiliriz ki her ikisinde de hakkın bazı yansımaları vardır. Daha açık bir deyişle dinî çoğulculuğu, dinler arası çoğulculuk ve dinin kendi içinde ki çoğulculuk diye ikiye ayırabiliriz.
Dinî Plüralizmdeki Temel Akımlar:
Dinî pluralizimle ilgili birçok akım ortaya çıkmıştır. Onların bazılarına işaret edeceğiz:
Birinci Akım: Dinin kabuğuyla içi/beyni arasında fark gözeterek dinlerin beyin veya cevher dediğimiz kısmını ön plana çıkartıp kabuk kısmını göz ardı etmek. Bu anlayışta dinî öğretiler özellikle de ibadet ve ahkâmla ilgili olanları, dinin kabuk kısmı olarak algılanır.
İkinci Akım: Bu anlayış, vahiysel tecrübe ve dinî tecrübe üzerinde durur ve dinî, bir deneyim haddine indirger. Dinî tecrübe, anlatım ve ifade sahasında ön yargılar, kültürel ve bilgisel alt yapı gibi değişik sebeplerin etkisiyle çeşitlilik arz eder. Dinlerdeki çeşitlilik gerçekte, dinî tecrübelerin değişik kültür aynasındaki yansımalarıdır.
Üçüncü Akım: Bu akım daha çok insancıl bir eğilim sayılır. Bu anlayışa göre dinler metafizik ve lahuti meseleler yerine ortak dünyevi konulara ve toplumsal yaşamın gereklerine eğilmeli ve metafizik ve lahuti meselelerini kendilerine saklamalıdırlar.
Dördüncü Akım: Bütün dinler ortak mesaja sahiptirler ve az bir tahkik ve incelemeyle aralarındaki ihtilaflar ortadan kalkacaktır. Dinler arasındaki ihtilaflar gerçekte yorumlama ve anlatım farklarından kaynaklanan ve gerçek olmayan ihtilaflardır.
Beşinci Akım: Bu akım hakikatin özüyle bizim yanımızdaki hakikatin farkına dayalıdır. Özü itibarıyla bir hakikat vardır. Ama bu hakikate tam olarak kimse ulaşamamıştır ve bizim düşünce kabiliyetimiz ona tam olarak ulaşmaktan acizdir. Ancak bizim yanımızdaki hakikat, o gerçeğin görünen kısmıdır. Dinler, insanların kutsallıkla yüz yüze gelmeleri ve bu kutsallığın değişik zamanlar ve kültürlerde kalıplara dökülmesi sonucu çoğalmasıdır. Diğer taraftan Allah Teâlâ etkili bir irtibat icat etmek için, kendi mesajını her milletin kendi zaman ve kültürüyle uyumlu bir kalıba dökmüştür.
Yukarıda zikredilen akımlarla ilgili kısaca şöyle diyebiliriz: Onların hepsi ciddi eleştirilerle karşı karşıyadırlar. Gerçi onlardan bazıları (birinci akım gibi) bazı doğru yorumlara sahiptirler ki bu konuda daha geniş inceleme yapmak için ilgili kitaplara müracaat edilmesi gerekir.
Altıncı Akım: Bu görüş, hermonotik eğilimli olup yorumcuyu merkez edinen bir yapıya sahiptir ve yorumcunun metni anlamada, ön kabullerinin ve bilgilerinin derin etkisine inanır. Bu görüşe göre yazar ve konuşmacı da aynı yorumcu gibidirler. Yazarlık fonksiyonu, metin yazıldıktan sonra kaybolur. Bu anlayışa göre metin kendiliğinden herhangi bir manayı anlatmaz. Yorumcu kendi ön kabullerine ve bilgilerine dayanarak metine özel bir mana yükler. Başka bir deyişle metindeki mana aynı hamur gibidir. Yorumcunun zihin yapısı ve bilgileri, o hamura özel bir şekil verir. Buna göre metin, herhangi bir manayı kendinde taşımaz. Metin, müfessir ve muhatabın ona yükleyeceği manaya muhtaçtır.[5]
Bu Akımın Eleştirisi:
Plüralizmin ve Hermonotiğin kesişme noktası olan altıncı akım, bir takım eleştirileri de beraberinde getirmiştir ki onlardan bazılarına kısaca değineceğiz:
İnsanların anlamaları, genel konuşma kurallarına tabidir ve bütün normal insanlar bu kurallar çerçevesinde konuşup anlaşırlar. Anlama ve anlaşmada, konuşanın veya yazarın durumu, kelimelerin dizilişleri, seçilen dil (sembolik, alaycı şakacı, ciddi vs.) ve konuşmacının sözlerinden belli bir manayı irade etmesi gibi bir takım kurallara dikkat edilir ki yorumcu merkezli düşünenler dahi bu kurallara dayalı hareket etmek zorundadırlar. Elbette bir metin bir meseleyi bildirdiğinde, şartlar ve karineler göz önünde bulundurularak o metin anlaşılmaya çalışılmalıdır. Dinî metinler; nasih ve mensuh, genel ve özel içerikli hükümler, mutlak ve şartlı hükümler ve benzerlerini içerdiklerinden dikkatli bir şekilde incelemeye tabi tutulmalıdırlar. O zaman bir metni anlamada; yazarın dilini bilme, sözlü ve sözsüz karineleri dikkate alma gibi bir takım ön kabullere ihtiyaç vardır. Ancak muhatabı metninden uzaklaştıran ön kabulleri, metni anlama şartları arasına sokmaktan kaçınılmalıdır.[6]
Plüralizmin Eleştirisi:
Dinî plüralizimle ilgili bütün eleştirilerin yanı sıra şu da bilinmelidir ki, biz Müslümanların inancına göre İslâm dinin hak oluşuna dair, akla uygun yeterince delil mevcuttur. Bunca delilin yanında bütün dinlerin aynı olduğu görüşünü kabul etmek doğru değildir. Bu delillere örnek olarak; İslâmî öğretilerin akla uygunluğu ve arasındaki uyum, İslâmî kaynakların senetli olması, Müslümanların kutsal kitabı Kur’ân’ın tahrif edilmemiş olması, Kur’ân’ın mucize oluşu nedeniyle kendisi gibi bir kitap yazılamayacağı hakkında meydan okuması, hükümlerdeki kapsamlılık ve kullanıma elverişlilik gibi konuları örnek olarak vermek mümkündür.
Bunların hepsinden daha önemli olan İslâm’ın son din oluşu meselesidir ki bu durumuyla, bütün din ve şeriatları ortadan kaldırmıştır.[7]
Dinin Değişik Algılanması:
Dinin değişik algılanması teorisi veya hermonotik, dinî araştırma alanlarından bir diğeridir ve bu görüşe göre her yorumcunun ön yargı ve bilgileri, dinî metinleri anlamasında tesir bırakmaktadır. Dinin değişik algılanması teorisiyle ilgili değişik akımlar vardır. Aşağıda kısaca onlara değinilecektir:
1. Schelayer Maher’in Görüşü: Hermonotik, müfessirle metin arasındaki zaman farkından kaynaklanan yanlış yorum ve yanlış anlamayı önlemeyi gören bir yöntemdir.
2. -Wilhelm Dilthey’in Görüşü: Hermonotik, doğal bilimlere karşı davranış bilimleri için bir altyapı sayılır. Ona göre, tarih, yorumcunun yorumunu etkiler.
3. Martin Heidegger’in Görüşü: Hermonotik, anlamanın mahiyetini ve onu meydana getiren şartları açıklamaktan ibarettir. O, hermonotiği, yöntemden felsefeye çevirmiş ve varlık bilme temeline dayalı olarak onu, anlamanın mahiyeti ve anlamayı icat eden şartları açıklama olarak telakki etmiştir.
4. Hans Georg Gadamer’in Görüşü: Hermonotik, ufukların birleşimidir. O, Martin Heidegger’in, varlık bilim anlayışını bilgi bilime çevirmiş ve gerçekte, “anlamanın varlığını bilme” olarak onu sunmuştur. Gadamer’in hermonotiği, daha çok anlamanın merhalelerini açıklar ve bu anlamanın, doğruluğu ve yanlışlığı ya da itibar edilebilir olması veya olmaması meselesine pek dikkat etmez.
Onun açısından yorumcunun zihni, bilgiler, beklentiler, kabuller, sorular ve ön yargılarla doludur ki bunlar, okuyucunun ufkunu oluşturan unsurlardır. Bu ufuk ve bakış açısı devamlı yorumcuyla birlikte hareket eder ve devamlı olarak, dünyaya, eşyaya ve metinlere müracaat ederek, denge ve değişime uğrar. Yorumcunun işi, bakışları birleştirmektir. Daha açık bir tabirle, yorumcunun anlama ufkuyla metinin ufkunu buluşturmaktır. Hermonotiğin işi de, bu ufukları birbirleriyle birleştirerek metinle yorumcunun arasında iletişim kurmaktır. Anlayışlardaki farklılık, ön kabuller ve ufuklardan kaynaklanmaktadır.
Gadamer’e göre, bütün açıları ve ufukları yansıtan mutlak bir görüş yoktur. Her anlayış ve tefsir, özel bir bakış açısıyla ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı tarafsız bir yorum mümkün değildir ve hiçbir tefsir kesinlik arz etmez. Gadamer’in hermonotik bakışında gerçekte, metin sahibinin niyetini keşfetme diye bir dert yoktur. Çünkü metni, yazarın zihninin tecellisi olarak görmemek gerekir.[8]
Gadamer’in Görüşünün Eleştirisi:
Kelamî ve felsefî tartışmalarda son yıllarda Gadamer’in görüşüne ilginin artmasından ve diğer akımlardan daha fazla tesir bıraktığından dolayı, bu görüş daha fazla öneme haizdir. Bu sebeple Gadamer’in görüşüne yapılan bazı eleştirilere değineceğiz:
Evvela, hangi delile dayanarak metnin anlamını ve yazarın maksadını göz ardı ediyor ve bilerek ondan gaflet ediyoruz? Acaba yorumcu, kendi zihnindeki ölçülerle yazarın zihnindeki ölçüleri ayırt etmek için çaba sarf edemez mi?
İkinci olarak, Gademer’in anlayışına göre apaçık bir göreceliğe/nisbiyetçiliğe ulaşırız ve doğru anlayışla yanlış olanı ayırt eden hiçbir ölçü kalmaz. Gerçekte bu görüş, Kant’ın nisbiyyet/görecelilik teorisinin bir benzeridir.
Üçüncü olarak, Gadamer’in görüşünün kapsamlılığını eleştirmek mümkündür. Ayrıca ön kabuller, ön yargılar ve adetlerin etkisinden kurtulmak imkân dâhilindedir.
Dördüncü olarak, Eğer her anlama, bir ön kabule muhtaç olursa, o ön kabulün kendisi de başka bir ön kabule muhtaçtır. Bu da devr veya teselsülü gerektirir.[9]
Din Hakkındaki Değişik Algılamalarla İlgili Bazı Noktalar
Şu ana kadar hermonotik ve din hakkındaki değişik algılamalarla ilgili açıklamalarda bulunduk ve değişik akımlara kısaca değindik. Günümüz düşünürlerinde geniş yankı bulan Gadamer’in görüşü hakkında da bir takım meseleleri açıkladık. Ancak konunun açıklığa kavuşması için bazı noktalara değinmemiz gerekiyor:
Birinci Nokta: Gerçi “Dinden değişik algılamalar” meselesi büyük oranda modern felsefedeki hermonotikten alınmıştır, ancak tefsir, tevil ve metin anlama konuları İslâmî ilimlerde çok eski bir geçmişe sahiptir. Hermonotikle ilgili konuların İslâmî ilimlerde; özellikle de tefsir, usul ve teorik irfanda var olduğunu söylemek mümkündür. Konuya örnek olarak; akli, nakli, remzi, şûhudi, Kur’ân’ın Kur’ân’la veya âyetin âyetle, Kur’ân’ın reyle tefsiri gibi tefsir yöntemleriyle, lafızlar bahsi ve metinlerin zahirlerini anlama yöntemlerini ve benzerlerini zikredebiliriz.
İkinci Nokta: Mukaddes dinî metinler, Müslümanların kültürlerinin yapılanmasında ve değişik İslâmî ilimlerin oluşumunda çok önemli role sahip olduğundan (veya olması gerektiğinden) şöyle diyebiliriz: Anlama ve metinlerden çıkarım yapmayla ilgili teori ve yöntem üretme, çok özel öneme sahip kelamî konulardandır. Bundan dolayı, dinden değişik algılamaların yapılabileceği görüşüne inanmak ve benzeri akımlar, bu alanda birçok çatışmaların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Son yıllarda bir takım Arap ve Acem düşünürlerde kendini gösteren bu düşünce akımları genellikle Hans Georg Gadamer’in etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bu düşünürler, felsefî hermonotiğin temel kaide ve yöntemlerini; Kur’ân, hadis ve dini anlamada kullanma çabasına girmişlerdir. Bu düşünürlerin iddialarını özet olarak şöyle sıralayabiliriz:
1. Şeriat ve dinî metinler konuşma ve ifadeye sahip değillerdir.
2. Yorumcuların ve muhatapların zihinlerinden ve nesnel âlemden kaynaklanan ön kabuller, metinleri anlamada tesir bırakırlar.
3. Dinin gerçeği ve özü hiçbir müfessir tarafından anlaşılamaz.
4. Katkısız ve arı bir anlayış yoktur. Biz her zaman hakla batılın karışımıyla karşı karşıyayız.
Üçüncü Nokta:Yukarıda adı geçen düşünürlerin birçoğu, dinden değişik algılamalar hakkında değerlendirmeyi mümkün kılacak net ölçütler ortaya koyma meselesine gereken önemi vermemişlerdir ve doğru yorumu yanlış olandan ayırt etmeye yarayacak bir çalışma ortaya konulmamıştır. Başka bir ifadeyle, bu akımlarda, bütün anlayışlar birbirleriyle eşit değere sahiptir. Oysa dinî kaynaklara ve yaygın olan görüşlere göre, müfessir kendi bakışıyla yazarın bakışı arasındaki farkı netleştirmek için çaba harcamalı ve belirlenmiş ölçülere dayanarak kendi görüşünün sağlıklı olduğunu ve yazarın anlayışıyla uygunluk arz ettiğini göstermelidir. Aksi takdirde bu yeni akımlar, dini anlamadaki nisbiyete/göreceliliğe ilave olarak dinî anlama yöntemlerindeki nisbiyeti de beraberlerinde getirirler.
İslâm âlimlerinin görüşüne göre, eskiden beri dinî metinler hakkında farklı çıkarımların yapılması inkâr edilemez bir gerçektir. Ama bu farklı çıkarım ve ihtilaflar belli kurallar çerçevesinde gerçekleşir. Bu kuralların birçoğu bizzat dinî metinler tarafından belirlenmiştir. Buna göre, anlayışta içtihat, kendi görüşüne göre hareket etme ve kendi şahsi zihniyetini zorla dinî metinlere yükleyerek onları meşrulaştırma demek değildir.
Dördüncü Nokta: Söylediklerimiz göz önünde bulundurularak, felsefî hermonotik ve dinden değişik algılamalar teorisini destekleyenleri “müfessir merkezci” bir teori olarak adlandırabiliriz. Bu açıdan baktığımızda, İslâm âlimlerini, çalışmalarında konuşmacının (Allah veya meleklerinin) maksadını aydınlatmak istediklerinden “Müellif merkezci” tanımlayabiliriz. Bu anlayışa; müfessir metin (Kur’ân ve sünnet) vasıtasıyla konuşmacının niyetini keşfettiğinden “metin merkezci” de diyebiliriz. Metin ve müellif merkezci anlayışta müfessirin bütün çabası, önündeki metnin yazarının maksadını keşfetmektir. Bu keşifte ona yardımcı olabilecek her türlü kural ve kaideden yardım alır. Bu kaidelere örnek olarak, sözlü karine ve şahitler, bilinmesi gereken zaruri ön bilgiler; konuşmacının dilinin kurallarını bilme gibi, dil kuralları. Umum ve husus, mutlak ve şartlı, mücmel ve mübeyyen, metinin söyleniş sebebi ve benzerlerini saymak mümkündür.
Buna göre müellif merkezcilik, bütün ön kabulleri yok saymak demek değildir. Gerçi bazı ön kabuller, müfessirin kendi zihniyetini metine zorla yüklemesine ve re’ye dayalı tefsire de yol açabiliyor, ancak bir takım kaçınılmaz ve gerekli ön kabuller de vardır. Örneğin;
1. Gramer bilgisi gibi metinden hakikî manayı çıkarmak için gerekli olan ön kabuller.
2. İnançsal ve kelamî ön kabuller. Örneğin. Allahın hikmeti, sözlerinin doğruya yöneltici olması, Kur’ân’ın konuşan ve açıklayıcı olması, kitap ve sünnetin hüccet/delil olması ve…
3. Muhatabın zihninin soru üretmesine ve metnin yeni boyutlarını araştırmasına sebep olacak ön kabuller.
Beşinci Nokta: Son olarak mutlaka şu soruyu cevaplamalıyız; metni anlamada belli kurallara uyulmasına rağmen, niçin farklı görüş ve içtihatlar ortaya çıkmaktadır?
Cevap olarak kısaca şöyle denebilir: Bu ihtilafların bazıları, şekilsel olup açıklama tarzlarındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır ki bu tip farklılıkları birbirlerinin tamamlayıcısı olarak görmek gerekir. Örnek olarak birbiriyle çelişen fıkhî fetvaları verirsek, bu ihtilafın kaynağı, iki ayrı zaman, iki ayrı şart, iki ayrı durum veya konularının farklılığı olabilir ki, eğer dakik bir şekilde konu incelemeye tabi tutulursa ihtilaf tamamen ortadan kalkabilir. Başka bir deyişle bu ihtilafları gidermek farklı görüşleri uzlaştırmak mümkündür.
Bazen de ihtilafın sebebi, düşünür, araştırmacı veya müfessirin ilmi derinliğidir. Başka bir tabirle, müfessirlerin zihinlerindeki sorulardan kaynaklanmaktadır. Müfessir, değişik açı ve merhalelerle ilgili soruları mukaddes metinin huzuruna götürdüğünde, Kur’ân’ın kapsamlılığı, değişik açılara sahip oluşu ve bâtınî manaları taşıyor olması farklı cevapların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Gerçekte bu cevapların hepsi, bir birbirlerinin tamamlayıcısı durumundadırlar ve aralarında bir çelişki söz konusu değildir.
Elbette bazen dinî metinleri algılamadaki ihtilaf şekilsel değil hakikidir. Bu tip ihtilafları ortaya çıkaran sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
Dilbilgisi kurallarını dikkate almama veya yanlış anlama. Örneğin, metinde yer alan istisnalara ve kayıtlara dikkat etmeme gibi. İstidlal ve mantık kurallarını doğru uygulamama, tefsirde dar bakışlılık ve konuşmacının genel bakışlarını göz ardı etme, akli karineleri gözden kaçırma, senedi bilmek için yeteri kadar araştırmanın yapılmaması, dirayet ve rical gibi ilimlerden yararlanmamak.
Sonuç itibarıyla, bir dinden veya bir metinden, kurallara uygun hareket edilse de kısıtlı olarak bir takım ihtilafları çıkarımların yapılabileceği inkâr edilemez bir gerçektir. Hatta bazı durumlarda kaçınılmazdır. Ancak bir metni anlamak için gerekli uzmanlık ve salahiyete sahip olmayan kişiler de din hakkında yeni bir yorumla ortaya çıkabilirler. Bu durumda onların iddialarının doğruluk veya yanlışlığını ancak din alanındaki uzmanlar gerekli bilgiye sahip kişiler belirleyebilirler.[10]
Sonuç:
Plüralizm ve dinden değişik algılamalar teorisini açıklayarak, bu iki teorinin, dinî araştırmalar alanında iki farklı kategoriye ait olduğunu gördük. Son yıllarda bu iki teori yeni kelam ilminin iki yeni konusu olarak karşımıza çıkmış bulunuyor
Bu iki düşüncenin buluşma noktası, plüralizmin hermonotik eğilimidir ve biz onu plüralizmdeki altıncı akım olarak tanıttık ve onunla ilgili eleştirilerimizi de beyan ettik.
Son olarak şunu hatırlatmalıyız ki plüralizm ve hermonotik konuları çok geniş araştırmaya ihtiyaç duyan konulardır. İsteyenler bu konuyla ilgili daha geniş kitaplara başvurmalıdırlar.
[1] Rabbanî Gulpayganî, Ali, Dinî Plüralizmin Eleştirisi, s. 19, Muasır Bilgi ve Düşünce Kültür Kurumu, Tahran, 1. Baskı.
[2] a.g.e, s. 20.
[3] Mivça İlayade, Din Araştırması, Tercüme Bahaddin Hurremşahi, s. 301, Dinlerin Çokluğu makalesi, John Hick.
[4] John Hick, Din Felsefesi, Tercüme: Behram Rad, s. 238.
[5] Doğru Yollar, Abdulkerim Suruş, Sırat Yayınevi, Tahran; Kiyan Dergisi, sayı: 36, Doğru Yollar makalesi, sayı: 37-38; Abdurresul Bayat ve Diğerleri, Kelimeler Sözlüğü, Dinî Düşünce ve Kültür Müessesesi, Makale: Dinî Plüralizm, birinci baskı, miladi 2002.
[6] Kelimeler Sözlüğü, s. 160; Fıkıh kitabı, no: 4. Dinî Plüralizm, Hasan Rahim Pur Ezgadî.
[7] Kelimeler Sözlüğü, s. 161-162.
[8] Hadevî Tahranî, Mehdi, İçtihadın Kelamî Kaynakları, Akılevi Kültür Müessesesi, Kum, 1. Baskı, miladi 1998, Hermonotik bahsi, s. 200-224; Abdurresul ve Diğerleri, Kelimeler Sözlüğü, Hermonotik makalesi.
[9] İçtihadın Kelamî Kaynakları, s. 225 ve 235; Kelimeler Sözlüğü, s. 590-592.
[10] Bu nükteler Abdurresul Bayat’ın Hermonotik makalesinden faydalanılarak yazılmıştır.