Hz. Ali’nin (a.s) İlk Üç Halifeye Biatı
Soru
Hz. Ali (a.s), Allah’ın kendisini halife seçtiğini biliyorduysa neden Ebubekir, Ömer ve Osman’a biat etti? Gücü yoktu derseniz, o zaman gücü olmayan biri imamete de layık olmaz, zira ancak imamet yükünü taşıma gücüne sahip kimse imam olabilir. Yok, gücü vardı ama kendisi bu gücünden faydalanmadı derseniz, o zaman haindir ve hainden imam olmaz(!) ve rehberliğine itimat edilemez. Oysa İmam Ali (a.s) ihanet vb. şeylerden beridir, haşa hain olamaz. Öyleyse sizin buna cevabınız nedir?
Kısa Cevap
1- İmam Ali (a.s) ve Peygamber’in (s.a.a) ashabından bazıları başlangıçta Ebubekir’e biat etmediler. Sonradan biat ettilerse de bunu İslam’ın korunması ve İslam devletinin hayrı için yaptılar.
2- Bütün sorunlar kılıç ve cesaretle halledilmez, her yerde zor ve güç kullanılmaz. Hikmetli ve akıl sahibi kimse, her sorunu kendisine uygun özel yöntemle halleder.
3- Eğer İmam, dinin korunması ve Allah Resulü’nün (s.a.a) çektiği zorlu zahmetlerin boşa çıkmaması için bazılarına biat ettiyse bunun manası onların gücünden korktuğu veya onlardan daha az güce sahip olduğu için değildir.
4- Tarihe ve İmam Ali’nin (a.s) sözlerine baktığımızda, İmam (a.s) halifelerin dönemindeki mevcut duruma itirazda bulunmuştur, ancak aynı zamanda İslam düşmanlarının karşısında İslam devletini korumuş ve takviye etmiştir.
Ayrıntılı Cevap
İslam tarihinin başlarındaki olaylara baktığımızda göreceğiz ki:
“Peygamber (s.a.a) daha defnedilmeden Benî Saide Sakifesi olayı baş gösterdi. Hz. Ali (a.s), Resulullah’ın (s.a.a) kefen ve defin işleriyle meşgulken bir gurup Hz. Ali’nin (a.s) dışında başka birine biat etti.”[1] Ama Abbas bin Abdulmuttalib, Fazl b. Abbas, Zübeyr b. Avvam, Halid b. Said, Mikdad b. Amr, Selman-ı Farisi, Ebuzer-i Gıffarî, Ammar bin Yasir, el-Berra b. Azip, ve Ubey b. Kaab gibi ashabın ileri gelenleri ona biat etmediler ve Hz. Ali’nin (a.s) tarafına geçtiler.[2] Müsned-i Ahmed (1/55) ve Taberî’nin (2/466) yazdığı gibi bu gurup Hz. Zehra’nın (s.a) evinde toplanmış ve Ebubekir’e biat etmemişlerdi.[3]
Tarihlerde şöyle yazar: Hz. Ali (a.s) kapısında toplanan ve kendisine biat etmesini isteyenlere şöyle cevap verdi: “Gidin yarın saçlarınızı kestirin ve gelin.” Ama ertesi gün yalnızca üç kişi geldi.[4]
Yine tarihler, Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Fatıma (s.a) hayatta olduğu sürece kimseye biat etmediğini yazmaktadır. Ancak halkın Ebubekir’den dönmediğini görünce mecbur kalıp biat etti.[5]
İmam Ali (a.s) ve ashaptan bir gurup, Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra bir süre Ebubekir’e biat etmediler. Biat ettikleri zaman da bunu yalnızca İslam’ın ve İslam devletinin korunması için yaptılar.
Belazerî, İmam Ali’nin (a.s) biat etme nedenini şöyle açıklıyor: “Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra Arap kabilelerinden bazıları mürted olmuşlardı. Osman, Ali’nin (a.s) yanına gelerek “Ey amcaoğlu, sen biat etmeyinceye kadar onlardan hiç kimse düşmana karşı savaşmaya gitmeyecektir.” diyor ve Onunla devamlı bu şekilde konuşuyordu. Sonunda Ali (a.s) Ebubekir’e biat etti.[6] Ancak Hz. Ali (a.s) Ebubekir’in halifelik döneminde ve ondan sonraki dönemlerde bu olanlara şikayet ve itirazlarını dile getiriyordu.
İmam Ali (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Allah’a andolsun ki Ebubekir, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi... Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim... Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim?.. Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik.” [7]
“İmam Ali’nin (a.s) cesaretine rağmen neden kıyam etmedi ve ameli olarak neden bir şey yapmadı?” sorunuza gelince diyoruz ki: Bütün sorunlar savaş ve kılıçla halledilmezler ve her yerde zorbalık geçerli değildir. Hikmetli ve akıl sahibi kimse sorunları onlara uygun özel yöntemlerle halleder. Savaş meydanında güç, kudret ve cesarete sahip olmak faydasız işlerin yapılmasına asla kılıf olamazlar.
Hz. Harun, Hz. Musa’nın kavminin buzağıya taptığını görünce hitabetli bir konuşmacı ve Hz. Musa’nın vasisi olmasına rağmen hakkı söyleyip, nasihat etmekten başka bir şey yapamadı. Kur’an, Hz. Musa’nın Hz. Harun’a Benî İsrail’in buzağıya tapmasına engel olmak için neden herhangi bir girişimde bulunmadığına dair itirazını ve Hz. Harun’un verdiği cevabı şöyle anlatıyor:
“Anam oğlu dedi, sakalımı, başımı bırak benim, gerçekten de, sözüme tam uymadın da İsrailoğullarının arasına ayrılık saldın, diyeceğinden korktum.”[8]
Hz. İbrahim’in putperestlerden uzaklaştığı konusunda da şöyle buyuruyor:
“Onları ve Allah’tan başka kulluk ettikleri şeyleri bırakınca...”[9]
Yine Ashab-ı Kehf’in zalim kavimlerinden uzaklaşması hakkında şöyle buyuruyor:
“Ve mademki dediler, onlardan ayrıldınız ve Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, sığının mağaraya da Rabbiniz, rahmetiyle bir genişlik versin size ve işinizde de kolaylık sebepleri hazırlasın size.”
Onlara bu idare etme ve kenara çekilmelerden dolayı korkak ya da hain dememiz doğru mudur?
Eğer İmam (a.s) Allah’ın dininin korunması ve Resulullah’ın (s.a.a) çektiği onca sıkıntı ve zahmetin boşa çıkmaması gibi değerli bir maslahattan ötürü birilerine biat ettiyse bu, onların güçlerinden kendi canı için korktuğu veya gücünün onlardan az olduğu manasına gelmez. Zira o dönemde İslam toplumunun imamlık ve önderliğini üstlenseydi liderlik gücünün ne ölçüde olduğunu herkes görecekti.
İmam (a.s) kıyam etmemenin tek yol olduğunu söyleyerek şöyle buyuruyor:
“Peygamber’in (s.a.a) vefatından ve yarenlerinin vefasızlığından sonra baktım, Ehl-i Beyt’imden başka yardımcı göremedim, onların ölümüne razı olmadım ve diken dolu gözlerimi yumdum. Kemik saplanmış boğazımla (olayları) yudumladım. Sinirlerime hâkim oldum ve zakkumdan acı suyu tatma hususunda sabrettim.” [10]
Bir başka yerde bu konuyu şöyle açıklıyor:
“Bugün öyle bir durumdayım ki konuşacak olursam hükümet hırsına kapıldığımı söylüyorlar. Susacak olursam ölümden korktuğumu iddia ediyorlar.” [11]
Kısacası Hz. Ali (a.s) korktuğundan dolayı değil (ki dost ve düşman herkes onun o eşsiz cesaretini itiraf etmektedir), aksine hakkını almak için kendisini yeterli derecede destekleyen kimse bulamadığından, vahdeti korumak ve İslam’ın hayrı için sustu. Bu, her gerçek liderin yapacağı bir şeydir. Hatta Allah Resulü (s.a.a) kendisini destekleyenin az olmasından dolayı, o az sayıdaki ashabının ve İslam’ın korunması için kavminden ayrılıp Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştı. Ama Müslümanlar çoğaldıktan sonra Mekke’yi fethetmeye koyuldu. Yine müşriklerle antlaşma yaptığı zaman “eğer kendisini Allah’ın peygamberi biliyorduysa neden müşriklerle antlaşma yaptı” denilebilir mi? Eğer karşı koyma gücü olmasaydı, peygamberliğe ve liderliğe salahiyeti yoktu mu diyecektik?!!
Dolayısıyla Hz. Ali (a.s) kendisini Peygamber’in (s.a.a) halifesi olarak görüyordu ama Müslüman toplumun hayrı için sabretmesi gerekiyordu. Çünkü O, Allah yolunda kahramanlığı, kılıcı ve gücünü nerede kullanacağını çok iyi biliyordu. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra ise en büyük kahramanlığın sabır olduğunu görüyordu. O biliyordu ki, kendisinin ve dostlarının eline kılıç almaları, daha yeni dikilmiş İslam fidanının kökünü kurutmak isteyen İslam düşmanlarının işine yarayacaktı. Bu maslahatlardan dolayı Hz. Ali (a.s) önemli olanı en önemli olana (İslam’ın aslının korunmasına) feda etti.
[1] Kenzu’l-Ummal, c. 5, s. 652.
[2] Suyutî, Tarihu’l-Hulefa, s. 62 (Daru’l-Fikr yayınları, Lübnan); Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 124-124; Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Müluk, c. 2, s. 443 (İstikamet yayınları, Kahire); Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 156 (Daru’s-Sadr baskısı.)
[3] A.g.e.
[4] Allâme Askerî, Maalimi’l-Medreseteyn, c. 1, s. 162.
[5] Taberî, a.g.e., s. 448.
[6] Ensabu’l-Eşraf, c. 1, s. 58.
[7] Nehcu’l-Belağa, 3. Hutbe, s. 45.
[8] Taha, 94.
[9] Meryem, 49.
[10] Kehf, 16.
[11] Nehcu’l-Belağa, 26. Hutbe, s. 73.