Üstad Ali Ekber Mişkinî
Hamd, yaratıp rızıklandıran, ilham edip konuşturan, yaratıp yasa gönderen, yücelip yükselen, takdir edip güzelleştiren, şekil verip sağlamlaştıran, delillendirip ulaştıran, nimetlendirip artıran, bağışta bulunup mükâfatlandıran, bahşedip artıran Allah’a, salât ve selâm O’nun kerim Elçi’sine ve tertemiz Ehl-i Beyt’ine olsun.1
Arş-ı a’ladan Peygamber Efendimiz'e (s.a.a) ulaşan usul, ahlak, fıkhî ayrıntılar ve çeşitli bilgiler gibi İslâmî öğretilerin tümü Efendimiz vesilesiyle iki yolla insan toplumuna aktarılmıştır: Biri Kitap, diğeri ise Sünnet.
Kitap; Peygamber Efendimizin mübarek dilinden duyulan, fakat hem sözü ve hem de manaları Allah Teala tarafından mucize, kalıcı, sürekli ve ebedi bir söz olarak insan toplumuna sunulan sözcüklerdir. Bu mecmua “Allah’ın Kitabı”, “Allah’ın Kelâmı”, “Kur’ân” ve “Furkan” diye adlandırılmaktadır:
“Onu, er-Rûhu’l-Emin (güvenilir ruh, Cebrail) indirdi senin kalbine; uyarıcılardan olman için, apaçık Arapça bir dille.”2
Kudsî hadise gelince; o da Allah Teala’dan nakledilen sözdür; fakat bunlar Allah’ın geçmiş peygamberlere de telkin ettiği sözlerdir.
Rivayet, hadis ve nass da denilen “Sünnet” ise, sözleri Peygamber Efendimiz'den, ama içerik ve manaları Allah Teala’dan olan sözlerdir.
Usul ilminde Sünnet üç kısımdır: Masum olan bir kişinin sözü, ameli ve onayıdır; fakat usulcular, Peygamber Efendimizin (s.a.a) Sünneti’ni kastetmektedirler. İşte bu nedenle Kitab’ı Sünnet’ten saymamışlardır.
Açıktır ki Sünnet, masum olan bir imam vesilesiyle ulaşmış olursa, burada “yazma” diye dördüncü bir kısım da söz olacaktır. Kitap ve Sünnet uygulanabilmeleri için her ikisinin de Allah Resulü tarafından topluma ulaşması gerekiyor. “Kitab”ın günümüze kadar nesilden nesle insanlara ulaşmasında bir sorun yoktur. Şükürler olsun ki Allah’ın Kitabı o sözcük, kelime ve özellikleriyle mütevatir ve kesin olarak bize ulaşmış, onda herhangi bir tahrif ve saptırma olmamıştır.
Her iki fırkanın (Şia ve Ehl-i Sünnet) bazı âlimleri tarafından söz konusu edilen Allah’ın Kitabı’nın tahrif olduğu iddiası ve bu konuda şüphe uyandırmak, batıl ve kabul edilmez bir söz, hatta yanlış ve sürçmedir. “Büyüklerin sürçmesi de büyük olur.”
Yazımızın konusu olan “Sünnet” ve hadise gelince; birincisi, “Peygamber Efendimiz'in Sünnet ve buyruklarının Sadr-ı İslâm’dan günümüze kadar İslâm toplumuna nasıl ulaşmıştır?” sorusudur. İkincisi ise: “Bu Sünnet’e ulaşma yolunda Şia ile diğer Müslümanlar arasındaki fark nedir?” Bu konuda birkaç noktaya değineceğiz:
Birincisi: Ehl-i Sünnet’e göre Sünnet ve hadis ne ise, Şiîlere göre de odur. Her iki ekolün Sünnet ve hadisten maksadı, “Peygamber Efendimiz'in buyurduğu ilâhî öğretiler ve beyan konumunda telkin edilen konular ve onayları”dır. İmamiyye Şiasında (Caferî) “Sünnet”in farklı bir anlamı olduğu ve Şiîlerin Masum Ehl-i Beyt İmamları’nın (a.s) da konuları Allah Teala’dan direkt olarak alıp insanlara açıkladıklar düşüncesi, tamamen batıl ve yanlıştır; Şia âleminin inancı, ister usul, ister füru ve ister diğer konularda olsun, Masum Ehl-i Beyt İmamları’ndan (a.s) ulaşan Allah’ın hükümleri ve din öğretilerinin tümünün Peygamber Efendimiz'in Sünneti’nin nakli ve ondan alınan öğretiler olduğu yönündedir.
Hişam b. Salim, Hammad ve diğerleri şöyle rivayet ederler:
İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu duyduk: “Benim hadisim babamın hadisidir, babamın hadisi dedemin hadisidir, dedemin hadisi ise Hüseyin’in hadisi, Hüseyin’in hadisi Hasan’ın hadisi, Hasan’ın hadisi Emirü’l-Müminin Ali’nin hadisi, Emirü’l-Müminin Ali’nin hadisi Allah Resulü’nün hadisi, Allah Resulü’nün hadisi de Allah Teala’nın sözüdür.”3
Cabir b. Abdullah el-Ensarî’den de şöyle nakledilmiştir:
İmam Muhammed Bâkır’a (a.s) dedim ki: “Bana bir hadis söylediğiniz zaman onun senedini de bana söyleyin.” Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Babam bana dedemden, o da Allah Resulü’nden, o da Cebrail’den, o da Allah Tebarek ve Teala’dan söylemiştir. Sana söylediğim hadislerin tümü bu senetlerledir.”4
İkincisi: Yukarıda söylediklerimizi göz önünde bulundurarak, Ehl-i Sünnet’le aramızdaki fark, Sünnet ve hadis silsilesi ve onlara ulaşmanın yollarıdır. “Allah Resulü’nün Sünneti” olarak Peygamber Efendimiz'den bize ulaşan şeylerin hemen hemen büyük çoğunluğu Masum Ehl-i Beyt İmamları vesilesiyle ulaşmıştır. Allah Teala tarafından atanan o On İki Halife, bütün Müslümanlara göre tertemiz, saygın ve yüce şahsiyetlerdir; İmamiyye’ye göre de aynı zamanda günah, hata ve yanılmaktan masum olan kişilerdir.
Şia açısından, Masum İmamlar (son İmam gaybete çekilinceye kadar) hicrî 260 yılına kadar yaşadıkları için, Peygamber Efendimizin (s.a.a) Sünnet ve hadisleri de bu yıla kadar hata ve yanılgıdan korunmuştur. Buna göre masum olmayan raviler halkası, bizimle son Masum İmam’ın arasındaki zaman diliminde söz konusu olacaktır. Fakat Ehl-i Sünnet’e göre, masum olmayan raviler zincirlemesi Peygamber Efendimizin (a.s) vefatından sonra başlamaktadır. Başka bir tabirle, Ehl-i Sünnet açısından Allah Resulü'nün (s.a.a) İslâm dinini açıklama; ilâhî hükümleri, İslâm öğretilerini, dinin helâl ve haramlarını koruma bakımından ömrü 23 senedir. (Bisetin başlangıcından Efendimizin vefatına kadar.) Fakat Şiîlere göre bu süreç 273 senedir. (Fahr-i Kainat'ın vefatından On Birinci İmam’ın şahadetine kadar.)
Sonuç olarak masum kişilerden ulaşan İslâmî ilim ve öğretiler ve İslâm hükümleri Şia açısından sayı bakımından daha fazla, keyfiyet bakımından masum olan kişilerin oluşturdukları halkalar sebebiyle daha güvenilirdir. Ehl-i Sünnet açısından ise, tüm nakledilen ve alınan hadisler, 23 yıl ile sınırlıdır.
Ayrıca Şiîlerin inancına göre, Hz. Nebi insan toplumunun dünyevî ve uhrevî saadet ve kurtuluşunu gerektirecek her türlü konuyu, ister usul olsun, ister füru konuları ya da diğer hükümleri, Masum Halifeler’ine beyan ve intikal etmiş ve onların yanında emanet bırakmıştır.
Bu konuyu açıklayan hadislerden biri, Veda Haccı’nda Efendimizin okuduğu hutbede dile getirilmiştir. Efendimiz bu konuyu defalarca apaçık bir şekilde vurgulamıştır:
“Ey insanlar! Andolsun Allaha ki, sizi cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak her şeyi size emrettim, sizi cehennem ateşine yaklaştıracak ve cennetten uzaklaştıracak her şeyden de sizi sakındırdım.”5
Ehl-i Sünnet uleması böyle bir düşünceyi iddia etmemektedirler; hem iddia edecek olurlarsa, bu ismet makamına kimi aday gösterebilirler ki?
Üçüncüsü: Peygamberimizden nakledilen hadislerin günümüze kadar sağlam ulaştığına emin olmak konusudur. Şiîlere göre bu konu hicrî 260 yılına kadar sabittir; fakat Sünnîler bunu kabul etmemektedirler.
Şuna da değinmemiz gerekiyor ki, Peygamber Efendimiz'in Ehl-i Beyt’inin imametinin sabit olmadığını varsaysak bile, bu durumda yine onların sözlerinin ve hadis nakletmelerinin hüccet ve güvenilir olduğunu kabul etmek zorundayız. Çünkü:
“Ey Ehlibeyt! Allah sizden her türlü çirkinliği uzaklaştırmayı ve sizi tertemiz kılmayı diler.”6
Ayeti gereğince, Allah’ın hükümlerini ve Kurân’ın öğretilerini onlardan almamız kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda duracaktır.
Hz. Efendimizin (s.a.a) şu buyruğu ise başka bir delildir:
“Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum: Biri Allah’ın Kitabı, diğeri ise itretim olan Ehl-i Beytim; bu ikisine sarıldığınız sürece ebediyen sapmazsınız.”7
O hâlde Kitap ve Sünnet, her ikisi de Ehl-i Beyt’in (Allah’ın selâmı onların üzerine olsun) sözlerinin hüccet olduğunu desteklemekte, onlara müracaat edip hükümleri onlardan almanın gerekliliğini açıklamaktadır. Şüphesiz Ehl-i Beyt’in Enes, İkrime ve Ebu Hüreyre gibi kişilerden temel farkları vardır. Ehl-i Beyt’in hadisleri, kendileri dışındaki kimselerin nakilleriyle mukayese edilemeyecek kadar niteliklidir. Çünkü “yalan”, ruhun çirkinlik ve kötülüğüdür; yukarıdaki ayet ise onları her türlü çirkinlik ve kötülükten uzak ve tertemiz saymıştır. Nitekim mütevatir olarak nakledilen “Sekaleyn Hadisi” de, bütün ümmeti onlardan ilim ve hikmet almaya ve onların yoluna sarılmaya davet ediyor.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz'den (s.a.a) ulaşan hadisler ve hadis tarihi üzerinde düşünen ve dikkat eden herkes, Sünnet’in çıkış tarihinden günümüze kadar tarih boyunca hiçbir zaman Şia âleminin, Ehl-i Sünnet’in Sünnet anlayışındaki sıkıntıya uğramadığını anlar. Çünkü Ehl-i Sünnet tarafından ulaşan Sünnet, uzun zaman hadis yazma yasağına uğramış, sadece bir kısım insanın dil ve zihinlerinden sonrakilere aktarılmıştır. Zira İkinci Halife, Peygamber Efendimizin (s.a.a) vefatından sonra hadis yazılmasını şiddetli bir şekilde yasaklamış, “Bize Allah’ın kitabı yeter!” veya benzeri sözlerle Sünnet ve hadisin yazılmasına engel olmuştu. Öyle ki bazı sahabîleri hadis yazdıkları için kırbaçlamış ve bu yasak Emevî halifesi Ömer b. Abdulaziz’in dönemine kadar devam etmiştir. Bir konunun bir kişinin zihninden başka bir kişinin zihnine aktarılma sürecinde karşılaştığı güvenilirlik sorunu, göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir husustur.
Fakat Şia’da Sünnet’in akışı daha farklıydı. Peygamber Efendimizin (s.a.a): “İlmi yazarak ram edin.”8 buyurduğu ilk andan itibaren, Efendimizin tüm buyurduklarını Hz. Ali (a.s) yazıyordu. Dolayısıyla Ehl-i Beyt’in (Allah’ın selâmı onların üzerine olsun) yanında çoğunlukla yakın ashaplarına hadis naklettikleri bir kitap vardı. Bu kitap Peygamber efendimizin imlası ve Hz. Ali’nin (a.s) yazısıydı.9 Bu, kendilerinin sahip oldukları ve öğrencilerine öğrettikleri ilimlerin dışında ilave olarak öğrettikleri bir kitaptı.
Yine Ehl-i Beyt rivayetlerinde şöyle geçmektedir:
“Duyduğunuz şeyleri yazın; çünkü siz daha sonra onlara ihtiyaç duyacaksınız.”11
“Yazın; siz yazmadıkça aklınızda saklayamazsınız.”12
Yunus b. Abdurrahman diyor ki: “Emirü’l-Müminin Ali’den (a.s) “farzlar/miraslar” hakkında bir kitap ulaşmıştı bana. Ben onu sekizinci İmam Ali b. Musa er-Rıza’ya (a.s) sundum; İmam: ‘Doğrudur.’ buyurdu.”13
Yine Amr b. Mutabbeb şöyle diyor: “Zarif b. Nasih’in ‘Diyat’ kitabını İmam Cafer Sadık’a (a.s) sundum; imam onu teyit etti.”14
Hasan b. Cehm de bu kitabı (Diyat kitabı) İmam Rıza’ya (a.s) sunduğunu ve Hazret’in onu onayladığını rivayet eder.15
Buraya kadar zikrettiğimiz deliller dışında Allah Resulü’nün (s.a.a) Hiyf (Mina) Mescidi’nde okuduğu hutbede şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Allah benim sözümü duyarak onu koruyan, ezberleyen ve onu ulaşmadığı kişilere ulaştıran kimsenin yüzünü aydınlatsın.”16
Bu da yazmanın gerekliliğini bildiren başka bir delildir. Bunlar yazıp saklamanın en güzel örnekleridir. Bir rivayete göre Süfyan-i Servî, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) ashabından birine kendisini İmam’ın huzuruna götürmesini ister, o da izin aldıktan sonra Süfyan kararlaştırılan zamanda İmam’ın huzuruna gider. Kalem ve kâğıdını çıkarıp İmam’dan “Allah Resulü’nün Hiyf Mescidi’ndeki hutbesini bana nakleder misin?” der. İmam (a.s) ona şöyle buyurur:
“Yaz: Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Allah Resulü’nün Hiyf Mescidi’ndeki hutbesi. Buyurdu ki: “Allah benim sözümü duyarak onu koruyan… kimsenin yüzünü aydınlatsın.”17
Böylece Şia açısından Sünnet, sudur ettiği günden beri koruma gereği olan her türlü önlemi alınarak, o cümleden yazarak koruma ve saklama ilkesi riayet edilerek aktarılmıştır.
Ancak Ehl-i Sünnet açısından Sünnet’in az bir bölümü hariç, geriye kalan kısımda böyle bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla onlarda meşhur olan şudur: “Şafiî’nin Malik’ten, onun da Nafi’den ve onun da İbn Ömer’den rivayet ettiği her hadis, altın değerinde senettir.”
Fakat Şia ulemasının görüşü şudur: “İmam Hasan Askerî’den (a.s) İmam Ali’ye (a.s) kadar Masum İmamlar’dan nakledilen her hadis, altın zincirlemelidir.” Bunun dışında, ulemamızla Masumlar arasında da Zürare, Muhammed b. Müslim, Eban b. Tağlib, İbn Ebî Umeyr ve Yunus gibi raviler vardır ki, onlar vesilesiyle bize ulaşan hadisler de altın zincirlemelidir.
Dolayısıyla, “Gerçek Ehl-i Sünnet”, hadis bakımından sıkıntı çektikleri için Kitap ve Sünnet’e paralel olarak kıyas, istihsan, istikra gibi şeyleri de delil olarak kabul eden “Ehl-i Sünnet” diye meşhur olanlar değil, aksine Caferîlerdir. Fakat insaf şu ki, Ehl-i Sünnet uleması hadislerin tedvin ve tanziminde bizim âlimlerden daha çok zahmet çekmişlerdir; nitekim Kur’ân’ın tefsirinde de durum böyledir.
Başta tertemiz bir hayata yol açan “Sünnet”e ulaşmak ve hak imamlar olan Ehl-i Beyt’in velâyetine sahip olma nimeti olmak üzere sayısız nimetlerinden dolayı Allah’a hamdolsun.
Ey Peygamber’in Ehlibeyti!... Allah’ın peygamberlerine inen ve meleklerinin indirdiği şey sizin yanınızdadır… Allah sizin vesilenizle dinin öğretilerini bize öğretmiş ve dinimizin bozukluğunu sizin vesilenizle ıslah etmiştir.
Allah’ım! Biz, kendini, resullerini, peygamberlerinin sonuncusunu, hüccetlerini ve hüccetlerinin sonuncusunu bize tanıtmandan dolayı sana şükrediyoruz. Hangi nimetine şükredelim senin, yaydığın güzelliğe mi, örttüğün çirkinliğe mi, verdiğin büyük nimete mi, bizi çokça kurtarıp ve afiyet vermene mi?
-----------------------------------------------------------------------
1- Uyun-u Ahbari’r-Rıza (a.s), 2/173; Biharu’l-Envar, 3/257/85.
2- Şuarâ, 193–195.
3- el-Kâfi, 1/53/14; Vesailu’ş-Şia, Kaza babları, 8. bab, 26. hadis.
4- el-Emalî, Şeyh Mufid, 42/10; Hilyetu’l-Ebrar, 2/96; el-Haraic-u ve’l-Ceraih, 2/892; Biharu’l-Envar, 2/148/21.
5- el-Kâfi, 2/74/2.
6- Ahzâb, 33.
7- Biharu’l-Envar, 36, 331, 191.
8- el-Müstedrek-u Ale’s-Sahihayn, 1/106; Evali’l-Lealî, 1/68; Munyetu’l-Murid, 268; Kenzu’l-Ummal, 10/147; Biharu’l-Envar, 2/151. Bazı nakillerde de şöyle geçmiştir: Peygamber efendimiz (s.a.a), “İlmi bağlayın.” Buyurdu. Dedim ki: “Ne ile bağlayayım?” Efendimiz: “Yazarak.” buyurdu.
9- Besairu’d-Deracat, 149; el-Kâfi, 1/269.
10- el-Kâfi, 1/296.
11- el-Kâfi, 1/297.
12- el-Kâfi, 1/52/10.
13- el-Kâfi, 7/330/1.
14- el-Kâfi, 7/324/8.
15- el-Kâfi, 7/324/9.
16- el-Kâfi, 1/403/1.
17- el-Kâfi, 1/403/2.
Güncelleme Tarihi: 12 Aralık 2021, 11:40