Murakabe

Sülûkun değirmen taşı murakabe kabul edilmiştir. Bunun önemi üzerinde o kadar durulmuştur ki, adeta sülûka murakabe, murakabeye de sülûk denmiştir. Bazen sülûk ehlinin murakabe ehli olarak adlandırılması yersiz değildir.

Murakıp insan; yani teveccüh göstermiş, uyanık olan ister kendisi ister Allah ister ahiret için olsun ciddiyet ve dikkat ile meşgul olan kimsedir. Murakıp insan muhafız ve bekçidir. Kalbinin muhafızıdır ve ona neyin girip çıktığını kontrol eder. Daima nefsini gözetim altında tutar ve iyilikten başka hiçbir şeyin nefsinin derununa yerleşmesine ve iyilik dışında hiçbir şeyin oraya uğramasına izin vermez.

Murakabenin dereceleri vardır; fakat tüm derecelerin ruhu, sâlikin Hazreti Hak'la irtibat ve teveccühünü daima koruması ve bir sâlik olarak her derecede üstlendiği şeyden bir an bile gaflete düşmemeye dikkat etmesidir.

Allame Bahru'l-Ulûm'a nispet edilen seyru sülûk risalesinde şöyle geçer: "Murakabe, ahvalin tamamına teveccüh ve iltifat göstermekten, yöneldiği ve ahdettiği şeyden geri dönmemeye kadar her şeyde olur."

Şu halde iç dünyasındaki psikolojik haleti daima, sanki mevlasının yanında duruyormuş gibi olmalı ve buna iltifat etmelidir.

Aynı şekilde murakabe konusundaki rivayetler ve hadisler manevî tevatür seviyesini aşmaktadır. Bu rivayetlerin bazılarına işaret edelim:

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah'a, onu görüyormuşcasına ibadet et. Sen onu görmüyorsan da o seni görüyor."

İmam Sadık (a.s) İshak b. Ammar'a şöyle buyurdu: “Ey İshak, Allah'tan onu görüyormuşcasına kork; sen onu görmüyorsan da o seni görüyor. Seni görmediğini sanarsan kâfir olursun, seni gördüğününe inanıp ama yine de isyankârlık edersen onu tüm görenlerden daha küçük ve daha değersiz yapmış olursun.”

Allah Rasülü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Dünya bir saatten fazla değildir; öylse bu saati itaatle geçir."

Masum (a.s) şöyle buyurdu: "Hiç tereddütsüz cennet ehli, dünyada kaybettiği şeylerden hiçbir şeye, Allah'ı zikirden geri kaldığı ve gaflet içinde yaşadığı saat gibi hasret ve teessüf hissetmez."

Emîrü’l-mü’minîn İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Zahitler dünyada yaşayan kimselerdi; fakat dünya ehli değillerdi. Onlar, dünya ehlinin, beden ölümünü büyük ve nahoş bir şey saydığını görüyordu. Fakat onlar, yaşayanların kalplerinin ölümünü daha büyük ve daha nahoş kabul eder."

YORUM EKLE