Hayatı
1920 yılında dünyaya geldi. Aslen Sistanlı olan bir aileye mensuptur. İlk eğitimini doğduğu yerde aldı. 12 yaşında Meşhed İslâmî ilimler havzasına girerek İslâmî ilimler tahsil etmeye başladı. Daha sonra ileri düzeyde eğitim almak için Kum İslâmî İlimler Havzası’na girdi. Burada dönemin önde gelen alimlerinden dersler aldı.
Ayetullah Sadukî’den Mutavvel, Ayetullah Meraşî Necefî’den de Şerhu’l-Luma’yı okudu. Ayetullah Burucerdî’den fıkıh ve usûl, Ayetullah Humeynî’den felsefe ve usûl, Allame Tabatabaî’den eş-Şifâ’nın ilahiyatını okudu ve diğer felsefe derslerini aldı. Mirza Ali Aga Şirazî’den ahlâk dersleri okudu. Seyyid Muhammed Hüccet usûldeki ve Seyyid Muhammed Muhakkık Damâd da fıkıhtaki diğer hocalarındandır.
Mutahhari Kum’da bulunduğu süre zarfında ilmî tahsilinin yanında sosyal ve siyasî faaliyetlerde de bulunmuştur. İslâm’ın fedaileri örgütüyle ilişkisi bulunmaktaydı. Mutahhari, 1953 yılında Kum’dan Tahran’a taşındı. Burada Merevî Medresesi’nde dersler vermeye ve telif eserler yazmaya başladı.
1956 yılında Müslüman öğrenciler derneğinde ilk tefsir dersini verdi. Aynı yıl Tahran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde hocalık yapmaya başladı. 1959-1960 yıllarında Müslüman Doktorlar derneğini kurdu ve buranın önde gelen konuşmacılarından birisi haline geldi. 1962 ile 1972 yılları arasında bu derneğin tek konuşmacısıydı.
Bu süre zarfında Ali Şeriati’nin kurucusu olduğu Hüseyniye-yi İrşâd’da da konuşmalar yaptı. Mutahhari, 1979’da Yedullah Sehabî’nin evinde yapılan dersten sonra yanında bir grup devrimci ile birlikte dışarı çıkarken Furkan grubuna mensup birisinin ateş açması sonucu yaralandı ve Tarfe hastanesine kaldırıldıktan sonra vefat etti. Kısa denebilecek hayatına pek çok çalışma ve özgün eser sığdırmayı başardı.
Öğretisi
Murtaza Mutahhari’nin düşünce tarihi açısından en önemli özelliği klasik İslâm düşüncesinin imkânlarını kullanarak Müslümanların modern sorunlarına çözümler araması olmuştur. Mutahhari mensup olduğu geleneğin felsefî, kelâmî, irfanî ve fıkhî imkanlarına dair sahip olduğu derin vukufiyet sayesinde felsefe, kelâm, irfan, siyaset, demokrasi, sosyoloji, iktisat, insan hakları, kadın meselesi ve daha pek çok modern olgu hakkında kalem oynatmış ve eserler vermiştir.
Onun klasik usûlden hareketle her bir modern olgu ve düşüncenin İslâmî alternatiflerini ortaya koymaya çalıştığı rahatlıkla söylenebilir. Bunu yaparken kullandığı dilin berraklığı ve sadeliği, en zor meseleleri ortalama insanın dahi anlayabileceği bir açıklıkta anlatabilmesi Mutahhari’nin çağdaşlarıyla arasında bulunan en önemli farklardan birisini oluşturmaktadır.
Mutahhari’nin yaşadığı dönemde İslâm felsefesine yönelik çok ciddi bir özgünlük tartışması bulunmaktaydı. Ahmed Ferdid ve takipçileri İslâm felsefesini kadim Yunan düşüncesinin devamı ve taklidi olmakla itham ediyor ve bunun sonucunda bu felsefeyi takip edenleri de Yunan taklitçisi olmakla suçluyorlardı. Buna karşılık Mutahhari, İslâm felsefesine dair yazdığı pek çok eserde bu anlayışın geçersiz olduğunu ve İslâm felsefesinin Yunan felsefesinden ziyade Kur’ân ve Masum İmamların söz ve yönlendirmelerinden beslendiğini ortaya koymaya çalışmıştır. Bu iddiasını temellendirmek sadedinde tercümeler yoluyla İslâm dünyasına intikal eden felsefî meselelerin 200 tane olduğunu, ancak bunların sayısının İbn Sînâ’nın eş-Şifâ’sında 700’e çıktığını söylemiştir.
Mutahhari aynı şekilde milliyetçilere karşı da mücadele etmiştir. Bunların da temel savı İslâm’ın oldukça gelişmiş olan kadim İran kültürünü ortadan kaldırdığı ve bu yüzden gerileme ve çöküşün temel sebebi olduğu şeklindeydi. Mutahhari bu iddianın geçersizliğini gösterebilmek için “Hedemât-ı mutekâbil-i İslâm ve İrân (İran ve İslâm’ın karşılıklı hizmetleri)” adlı kitabı kaleme almıştır. Bu kitap esasında Hüseyin Zerrinkâb’un nispeten erken bir döneminde yazdığı “Du Kernı Sukut (Sessiz iki yüz yıl)” kitabına karşı yazılmıştır.
Mutahhari’nin nazarî ve amelî olarak mücadele ettiği diğer bir düşünce sistemi de Marksizm’dir. Bu dönemde Marksizm İran’da hem siyasî hem düşünsel olarak oldukça güçlüdür. Mutahhari Marksizm’in dayandığı materyalist dünya görüşünü eleştirmiş, bunun karşısına realizmi koymuştur. Allame Tabatabaî ile birlikte realizmden hareketle yeni bir epistemoloji inşa etmeye çalışmıştır. Bu çabanın asıl amacı varlığın maddi olandan ibaret olmadığı kabulünü temellendirmek ve insan aklının veya bilme yetilerinin maddi olanın ötesinde olanı da idrak edebileceğini göstermektir. Diğer bir ifadeyle bu iki büyük düşünür klasik anlamda metafizik yapılabileceğini göstermeye çalışmıştır.
Bunu yapabilmek için Mutahhari, idrakin maddi bir şey olmadığını, beynin sadece bir araç olduğunu ve idrak faaliyetinin esas olarak soyut olan akıl tarafından yerine getirildiğini temellendirmeye çalışmıştır. Mutahhari’nin bu anlayışının temel dayanağı zihin ile dış alem arasındaki irtibatın mahiyet tarafından sağlandığıdır. Mutahhari Yeni-Sadracı ekole mensup olmasına rağmen mahiyetin epistemolojik değerini kabul etmiştir. Bu açıdan Meşşâîlerle arasında bulunan fark mahiyetin hariçte bağımsız karşılıklarının olmadığını düşünmesidir.
Müslüman toplumların mevcut durumu ve neden geri kaldıkları meselesi Mutahhari’nin üzerinde düşündüğü ve kalem oynattığı temel uğraşlarından bir diğeridir. Hatta bu meselenin onun bütün siyasî ve sosyal faaliyetlerinin temel sebebini oluşturduğu dahi söylenebilir. Mutahhari o dönemdeki yaygın görüşün aksine dinin Müslümanların geri kalmasının sebebi olduğunu kesinlikle kabul etmemektedir. Ona göre bu İslâm dininin ya bilinmemesinden ya da yanlış anlaşılmasından kaynaklanan bir vehimdir.
Mutahhari’ ye göre geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanların ilerleyebilmelerinin temel kaynağı dinin doğru anlaşılması ve gereğinin yerine getirilmesidir. Bu amaçla Mutahhari, modern pek çok kurum ve olgunun karşısına İslâmî alternatiflerini koymaya çalışmış ve bütün teorik ve pratik mesaisini bu işe ayırmıştır. Velâyet-i fakîh anlayışının teorisyenlerinden birisi olması ve İslâm Cumhuriyeti gibi görüşleri savunması bu anlayış ve kabulünün sonucudur.
Varlık Düşüncesi
Sadrâ’nın Hikmet-i Müteâliye ekolunun varlık anlayışını benimseyen Mutahhari de tıpkı hocası Allame Tabatabaî gibi mahiyet karşısında varlığın asil ve gerçek olduğunu savunur. Bu anlayışa göre dış dünya, varlık denilen tek bir gerçeklikten oluşur. Ancak bu varlık şahsî bir birlikten ziyade teşkikî, yani dereceli bir hüviyete sahiptir. İşte varlıkta bulunan bu derecelilik, insan zihninin mahiyetsel kavramları soyutlamasına olanak sağlar. Böylece İbn Sînâ’da ortaya çıkan varlık-mahiyet ayrımı Hikmet-i Mütealiye okuluna mensup filozof ve düşünürler tarafından varlık lehine çözülmüş olur.
Bilgi Teorisi
Mutahhari hocası Tabatabaî’nin, Sadrâ felsefesinin imkanlarını kullanarak, modern gelişmeleri de göz önünde bulunduran yeni bir epistemoloji inşa etme çabalarında önemli bir yere sahiptir. Aslında onların bu çabada tamamen ortak oldukları dahi söylenebilir.
Mutahhari bu noktada hocası tarafından özet bir biçimde ortaya konulan teorilerin ayrıntılı hale getirilmesi görevini üstlenmiştir. Bu epistemolojik yaklaşımın en önemli özelliği epistemolojik mutabakat anlayışını muhafaza ederek, dış dünyada karşılıkları bulunan hakikî kavramlarla böyle olmayan itibarî kavramları birbirinden ayırması ve insan aklının hakikî kavramları elde edebilecek bir donanıma sahip olabildiğini göstermesidir. Diğer bir ifadeyle bu çabanın asıl amacı ikincil felsefî akledilirlerin hariçle olan ilişkisini ortaya koyabilmek olmuştur.
Öne Çıkan Eserleri
Dershayi Esfar: Tahran 1378.
Şerhi Usûli Felsefe ve Revişi Realizm: Tahran 1368.
Dershayı Esfar: Tahran 1378.
Şerh-i Mebsute-yi Manzume: Tahran 1367.
Adl-i İlahi: Tahran 1372; çev. Hüseyin Hatemi, Kevser Yayınları, İstanbul 2014.
Dershâ-yi İşârât, Necât, İlahiyât-ı Şifâ: Tahran 1368.
Felsefe-yi İbn Sînâ 2: İdâme-yi Dershâ-yi İlahiyât-i Şifâ: Tahran 1368.