Münacat-ı Muhibbin Şerhi
1. Ders: Yüce Bir Himmet, Doğru Bir Hedef
İmam Ali’nin (a.s) bir hadiste buyurduğu gibi, “İnsanın değeri himmeti ölçüsündedir.”
Himmet yani, neyi kendine hedef olarak seçtin, sürekli neyin arzusu ve ona ulaşmanın gayreti peşindesin.
Maalesef genelde herkesin himmeti dünyadır; yani hep daha güzel bir ev, daha güzel bir araba, daha rahat bir yaşam ve sürekli bu gibi şeylerin peşindeyiz. Oysa biz sadece bunlara ulaşmak ve bunları himmet edinmek için yaratılmadık. Dolayısıyla derdimiz ne kadar dünya olursa, o kadar da derdimiz çok olacaktır. İnsan kendisini karanlık bir kuyuya düşmüş gibi, yahut fırtınalı bir denizin ortasında kalmış gibi hissedecektir.
Ama eğer himmetimiz Allah ve Allah’ın rızası olursa, “Kendimiz nasıl geliştire bilirim, nasıl günahlardan kurtula bilirim?” olursa, insan nura ulaşır ve nur huzur demektir, huzur hem bu dünyada ve hem de ölüm sonrasında.
Öyleyse ilk adım olarak kendimize bakalım, en büyük endişemiz ve kaygımız nedir? Neyin peşindeyiz? Bunu bir inceleyelim.
Dünya ise bundan kurtulmalıyız, ahiret ise daha fazlasını arzulamalıyız.
Bunun da yolu tefekkürden geçer. Hadislerimizde en büyük ve faziletli amellerden biri olarak tefekkür ve düşünme nakledilmektedir. Zira insan düşündüğü zaman kendisine bir hedef belirleyecek ve o hedefe doğru ilerleme gayreti içerisinde olacaktır.
Düşünelim ve kendimizi bir gözden geçirelim. “Ben kimim, nereye gidiyorum, bu halim ne olacak?”
Bir kuş gibi ayaklarımız bağlanmış uçamıyoruz. Öyleyse tam bir kararlılık ile ağırlıklarımızdan kurtulmanın yoluna bakalım.
Şunu da unutmayalım ki bizim iki boyutumuz vardır; mülkî ve melekutî boyutlar.
Biz sadece toprak değiliz, cisim ve beden değiliz, bir de biz de hakikat olan ve hiçbir zaman yok olmayacak olan melekutî boyutumuz / ruhumuz vardır.
Ne yapıp edip bu dünyada melekutî boyutumuza yönelmeliyiz, yoksa eninde sonunda o boyut ile karşılaştığımız zaman halimizden dolayı çok pişman olacağız.
O boyuta yönelmek zahmet ister, sıkıntılara katlanmak ister, herşeyden önemlisi amel ister; yoksa birkaç iyi işle, gözyaşı ile olacak şey değildir.
إِنَّ الَّذينَ قالوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ استَقاموا
Önce rabbimiz Allah derler; yani şekten şüpheden kurtulurlar, Allah’a inanırlar, kendilerine yüce bir hedef seçerler ve sonra bu yolda sağlam kalıp, dik duruşla, yorulmadan, ümitsizliğe düşmeden ilerlerler.
Öyleyse şu iki şeye inanalım: Bir, bu alemin bir sahibi var ve alemin sahibi Allah’tır. İki, bizi ebedi bir hayat ve alem beklemektedir.
Benim ve sizlerin hakiki boyutu bu beden değildir, hepimizde tek olan bir “ben” var, o gerçek hakikatimize ulaşmalıyız, hep gafil olduğumuz içinizdeki nura ulaşmalıyız.
مَنْ عَرَفَ نفسَه فقد عَرَفَ ربَّه / Kim kendisini tanırsa Rabbini tanır.
Eğer o “ben” ve “nur” tanınırsa işte o zaman gayb aleminin kapıları yavaş yavaş yüzümüze açılmaya başlar ve insan bu nur yolculuğunun neticesinde en büyük hakikat olan yüce Allah’ı tanımaya, Onda fani olmaya başlar.
Bu güzelliklere ulaşmak için de taharete / ruh temizliğine ihtiyaç vardır.
Fakat dikkat edelim, geçmişimizden dolayı yahut yolun zorluklarından dolayı asla ümitsizliğe düşmeyelim. Bu yolda şeytanın en büyük silahı ümitsizliktir, ümitsizlik ve ye’s kesinlikle şeytandandır. Allah’ın rahmetinden daha büyük hiçbir şey yoktur, hatta günahlarımız ne kadar çok olursa olsun yine de o rahmet okyanusunun mukabilinde bir damla gibidir.
Evet önce yalnız kalmalı, kendimizi hesaba çekmeli, büyük bir himmet ile kendimize yüce hedefleri seçmeliyiz.
Yani Allah’ı..
Bunun içinde mutlaka şunlara çok dikkat edelim:
1. Kul haklarını eda edelim.
2. Seher vakitlerinin kıymetini bilelim. Seher vakitlerinde yalnız kalmaya alışmalıyız. Bu yalnızlıklar bize nur kazandıracaktır.
3. Namazları vaktinde kılmaya çalışalım.
4. Allah dışındaki tüm bağlılıklardan ve alışkanlıklardan kendimizi kurtarmaya çalışalım.
Bu amellerin neticesinde yavaş yavaş Allah aşkı kalpte oluşmaya başlar, Peygamber ve Ehlibeyt’inin sevgisi çoğalır.
İşte nuru kendine doğru çekmek böyle olur.