Merhum Allame Tabatabaî'nin (rh) ekolünün teorik prensipleri hakkındaki noktaların tamamından bir özet çıkarılmış oldu. Şimdi çağımızın bu büyük şahsiyetinin vefat yıldönümünde pratik bir hisse de çıkarabilmek için bu mektebin bir kısım talimatlarına kısaca değinelim.
Rivayetlerde şöyle buyurulur:
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”
Yani insan görüş, söz, davranış ve inançlarını dikkatle muhasebe etmelidir.
Daha önce işaret edildiği gibi, onun mektebi ma'rifetu'n-nefs eksenlidir. İnsan hakikati tanıyabilmek için muhtelif emirleri muhasebetu'n-nefs esasına göre adım adım izlemelidir. Dolayısıyla ma'rifetu'n-nefs mecrasında hareketin pratik temel şartlarından biri muhasebetu'n-nefs, kendini sürekli hesaba çekme ve hep kendine dikkat etmektir. (Merhum Allame Bahru'l-Ulûm, Risale-i Seyru Süluk’ta kendine dikkat etme ve muhasebetu'n-nefs bahsine değinmiştir.)
Diğer bir nokta da menzilleri erbainiyyat olarak kısımlara ayırmasıdır. Yani sâlik her menzile kırk gün devam etmelidir. Bu talimin kaynağı, ismet-taharet Ehl-i Beytinin (a) çeşitli beyanlarıdır. Bir insan bir amale başladığında onu kalıcı hale getirmek için en az kırk gün bu işi tekrarlamalı ve ona devam etmelidir. “Allah azze ve cellenin en sevdiği amel, kulun devam ettiği ameldir. Az bile olsa.” Az ama sürekli olanlar en iyi amellerdir. “Rabbimiz Allah'tır deyip sonra da doğrulukta devam edenler” “Rabbimiz Allah'tır” beyanını takip eden bu istikamet bir ilkedir. Yani Rabbinin ardında olan kişi, “Rabbimiz Allah'tır” beyanından sonra onun yolunda dosdoğru ve devamlı olmalıdır. Bu durumda diğer bir pratik ilke, amelde istikamet ve süreklilik olmaktadır. En az kırk gün süreyle.
1. Tevbe
Pratik bakımdan ele alınması gereken diğer bir önemli şart tevbe meselesidir. Yani insan bir aşamada dinin bâtını olduğunu anlar, uyanıp dinin zâhiriyle yetinmenin insanı bir yere götürmeyeceğini, dine ruh ve hayat kazandırmak gerektiğini kavradığında tevbe etmelidir.
Hz. Emirulmüminin Ali'den (a) rivayete göre tevbenin mertebelerini izah
Merhum Allame'nin mektebinde tavsiye edilen tevbe, Emirulmüminin Ali'nin (a) buyurduğu şeydir. Yaşanan olay şöyledir:
Birisi Hazret'in karşısında “Estağfirullah” dedi. Hazret sert biçimde ona şöyle buyurdu: “Ne söylediğini biliyor musun acaba? Bu arşın kelamıdır.” Şahıs sordu: “Kastettiğiniz nedir? Arşın bu hazinesinin hakikatine ulaşmak için ne yapmalıyım?” Hz. Emir (s) tevbe için altı merhale zikretti: “Birincisi pişman olmak ve nedamet getirmektir. İkinci aşama günahı terketmeye ve bir daha ona dönmemeye ciddi olarak azmetmektir. Üçüncü mertebe insanların hakkını eda etmektir. (Amelî risalelerde bunun tafsilatı geçmektedir.)” Hazret'in beyanına göre sonraki mertebe, insanın başkalarında yokettiği şeyi bir şekilde telafi etmesidir. Özellikle itibar konusundaki hakku'n-nası. Mesela gıybet, dedikodu, sövgü vs. gibi. Bunlar ilmihallerde pek az açıklanmıştır. (Buna mukabil Ayetullah Mezahirî, kendi Risale-i Ameliyye'sinde bu konuda bağımsız bir bahis açmıştır. Mükellef kişi ilgili kitaplardaki fetvalara başvurarak ilmihallerde yer almayan bu hükümlere ulaşabilir. Çünkü sülukun meselelerinde hayli önemlidir.)
Hazret'in buyurduğu sonraki mertebe, insanın, günahta nefse tattırdığı haz nedeniyle nefsi zorluk ve arınmaya tâbi tutmasıdır. Böylece nefis tenbellik, böbürlenme, rahatlık vs. davranışlara alışmayacaktır. Süluka dair yazılanların tamamında genellikle rehavet ve tenbellikten şiddetle sakındırılmıştır. Bu bakışaçısıyla şeriat da riyazet ile tefsir edilmiştir. “Şeriat, nefsin riyazetidir.” Yani dinin tüm emirleri nefse riyazet uygulamak ve tenbelliğe alıştırmamak içindir.
Üstad Saadetperver (rh) merhum Allame Tabatabaî'den güzel bir izah nakleder: “Eğer kişi sülukun talimatlarına ciddiyetle uyar ve murakabeye riayet ederse bu işin, Hind riyazetçilerinin (Sadular) yaptıklarından (çivi üstünde uyumak, ateşte yürümek gibi) çok daha çetin olduğunu anlayacaktır.”
Mi'raç hadis-i şerifinde şöyle geçer: “یَموتُ الناسُ مَرَّةً” Sıradan insanlar ömürlerinde ölümün acı yiyeceğini bir kez tadarlar. “وَ یَمُوتُ أَحَدُهُم فِی کُلِّ یَوم سَبعِینَ مَرَّة” Fakat sâlik insanlar günde yetmiş kere ölümün acı yiyeceğini tadar. Neden? “بِمُجاهِدَهِ أَنفُسِهِم” Cihad-ı ekber meydanında nefisleriyle cihat ettikleri için. “وَ الشَّیطانُ الَّذِی یَجرِی فِی عُرُوقِهِم” Hayatlarının her yerinde, zâhir ve bâtınlarında ortaya çıkan ve onları ayartmaya çalışan melun şeytanla devamlı cereyan eden bir cihattır bu.
2. Allah'ın Haram ve Helaline Murakabe
Bu mektepte konu edilen sonraki murakabe, Allah'ın haram ve helaline dikkat etmektir. Bir farkla ki, sıradan insanlar yalnızca belli bir zamanda haram ve vaciple karşı karşıya kalır ve haramdan kaçınıp vacibi yerine getirir. Fakat sâlik devamlı harama bulaşma kaygısı taşır. Bu yüzden devamlı olarak nefsini hesaba çeker. Bu, murakabenin ilk emridir. Birkaç erbain boyunca o kadar sürmelidir ki sâlikte haramlardan kaçınma melekesi oluşmalı ve Rabbi tarafından yavaş yavaş tevhidin yüksek maarifini idrak kabiliyeti ve ruhu meydana gelmelidir.
3. Günahın Gizliliğine Murakabe
Bir sonraki aşamanın murakabesi günahın gizliliğinedir. Yani sâlik insan başkalarından farklıdır. Peygamber-i Ekrem (s) şöyle buyurur: “Helal nettir. Haram da nettir. Fakat bu ikisinin arasında belirsiz durumlar da vardır.” İnsanlar açık ve net olan haram ve helallere tâbi olur. Fakat belirsiz ve şüpheli olanlar haram sayılmadıklarından ona bulaşabilirler. Halbuki sâlik insan belirsiz durumlarda da ihtiyatlı davranır. Zira “Şüpheli durumları terkeden haramlardan kurtulur.” Günahın harimine yaklaşan herkes için günaha düşme ihtimali vardır. Dolayısıyla sâlik o ortamdan da kaçınır. Mesela öfkelendiğinde envai çeşit günahın zemini de hazırlanmış olur. Öyleyse öfkelenmemelidir. Allah için bile öfkelense bunu yönetebilmelidir. Yahut insan şehvet ortamına girerse yine çeşit çeşit günaha zemin hazırlanmış demektir. Bu nedenle asla makam, mide vs. gibi muhtelif şehvet ortamlarına girmemelidir. Girse bile onu idare edebilmelidir.
4. Ölüme Murakabe
Bir sonraki murakabe ölüme murakabedir. Hz. Üstad Saadetperver'in (rh) ifadesiyle, eğer kişi bu murakabeyi dikkatle yerine getirirse hoş haller yavaş yavaş onda zâhir olur. Sâliki güzergahta tutacak ve “yere saplayacak” olan şey dünyevî alakalardır. Dolayısıyla sâlik daima ölümü karşısında görmelidir. “Yarın ölecekmiş gibi ahiretiniz için çalışın.” buyurulur. Sıra ahirete geldiğinde adeta şu anda ölüme hazırmışçasına amel işle. Ölüme murakabenin tabii ki pek çok ayrıntısı vardır ve basitçe ele alınamaz.
İnsan bu murakabelerde öyle davranmalıdır ki, dünya hayatını idare etmesinin yanısıra ölüme de hazırlanmalıdır. Nitekim rivayette şöyle buyurulur: “Ebediyen yaşayacakmış gibi dünyan için çalış.” Yani dünya için sanki sonsuza kadar yaşayacakmışsın gibi plan program yap ve uğraş. Bundan dolayı ölüme odaklanmanın hayat için düzenli plan program yapmaya herhangi bir aykırılığı yoktur.
Emirulmüminin'in (a) Nevf'e nuranî beyanında şöyle geçer: “Ey Nevf, hayatında kendini terketmeyen ve daima kendini Rabbine doğru seyir için derleyip toparlamayan kimseler bilsinler ki hayatları ölüm gibidir ve onların ölümü hüsranlarının başlangıcıdır.”
Ölüme murakabe emri, merhum Allame'nin eğitim-ahlak mektebindeki murakabelerin ikinci mertebesidir. O, ahrak mertebesine girmeden önce ondan “uhrevî gayeler”e dönük amel olarak bahseder. Bu aşamadan sonra ağır talimatlar ve uzun süreler içeren ma'rifetu'n-nas ve kendine odaklanma merhalelerine geçiş vardır. Bu kısa fırsatta onları ele almamız mümkün değildir.